
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ İSTANBUL BÖLGE TOPLANTISI GERÇEKLEŞTİRİLDİ
29 Kasım 2021
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ ORTAK KARADENİZ BÖLGE TOPLANTISI GERÇEKLEŞTİRİLDİ
2 Aralık 2021Asgari Ücret Tespit Komisyonu 1 Aralık Çarşamba günü (Yarın) toplanıyor. Yükselen
ekonomik kriz sonucu, en temel gıda maddelerinin bile el yakan fiyatlara ulaşması ile herkes
yeni belirlenecek asgari ücreti konuşuyor.
Her şeyden önce şu “Asgari Ücret” daha iyisi “asgari” kavramı üzerinde durmak
gerekiyor.
“ASGARİ” kavramı, “en aşağı” kavramının dilimize Arapçadan geçmiş hali. Bu
“ücret” kavramı ile birleştirildiğinde “EN AŞAĞI ÜCRET“ anlamı çıkıyor. Biraz daha
zorlanırsa çalışanlara ödenecek “EN AŞAĞILAYICI” ücret olarak da adlandırılabilir. Zira
yıllardır belirlenen “en aşağı” ücret yoksulluk sınırının da, açlık sınırının da altında oluyor
hep.
ASGARİsözcüğünün kullanılmasının tek güzel yanı, halk arasında bu sözcüğün yaygın
şekilde “ASKERİ” olarak kullanılıyor olması. Neredeyse 40 yılı aşkın süredir asgari ücretin
yerlerde sürünüyor olmasında en büyük etken 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi. Darbenin
lideri konumundaki Kenan Evren açıklamalarında bir otel çalışanının kendinden çok ücret
aldığını ağlak bir yüz ifadesi ile anlatırdı. Darbe sonrasında dönemin TİSK (Türkiye İşveren
Sendikaları Konfederasyonu) Başkanı Halit Narin’in “20 yıl işçiler güldü, biz ağladık, şimdi
gülme sırası bize geldi” sözü darbeciler tarafından “yerinde” bir algılamayla hayata geçirildi
ve sınıf sendikacılığı bitirildi. Günümüzde asgari ücretin neden bilinçsizce de olsa, ASKERİ
ÜCRET olarak dilimize geçtiği anlaşılabiliyor.
Ülkemizde serbest piyasa ekonomisinin uygulandığı söylenip her şeyin fiyatının piyasa
koşullarınca belirlendiği eklendikten sonra, ücretlerin neden en aşağı düzeyde sabitlenip
patronların 40 yıldır güldüğünü sorgulamak ise zülfüyare dokunsa gerek.
Garip olmayacak bir sorumuzu da ekleyelim: Madem en aşağı ücret işverenlerin ve
siyasal iktidarın baskın olduğu bir komisyonca (olmazsa hakem heyeti) belirleniyor, o halde
özellikle kamu kesiminde bir de en yüksek (azami) ücret belirlenmesi gerekmez mi?
Böylelikle yoksulluk sınırının altında ücret alan çalışanlarımız da, oyları ile iktidar belirleyen
milletimiz de, her ay 4-5 hatta bazen 10-11 kamu kurumundan maaş ya da huzur hakkı adı
altında yüzbinlerce lira alanları da, özel sözleşmelerle ABD Doları üzerinden belirlenen
AZGIN ücretleri de öğrenmiş olur.
NASIL BELİRLENMELİ?
Güçlü bir sendikal örgütlenmenin olduğu ülkelerde en aşağı ücret günümüz
Türkiye’sinde olduğu gibi belirlenmez. Elbette az sayıda işçinin çalıştığı, örgütlenmenin
olanaksız olduğu işyerlerindeki çalışanları korumak için sosyal devlet ilkesine uygun olarak
adil bir en aşağı ücret belirlenmelidir. Bunun dışındaki ücretler işveren ile sendika
arasındaki pazarlıklar sonunda belirlenir. Bu durumda bazı sendikalar sarı sendika olsa bile,
sendikal rekabet nedeniyle tümü zorunlu olarak güçlü sendikaların bağıtladığı ücretler
düzeyinde ücret belirleyeceklerdir. Bu şekilde ülke çapında bir ücret seviyesi ortaya
çıkacak, daha ötesi sendika olmayan işyerlerinde de işçiler bundan etkilenecek, giderek
sendikal örgütlenme de güçlenecektir. Elbette ortaya çıkan ücret düzeyi Asgari Ücret
Komisyonlarının kararlarını da etkileyecektir.
Ne var ki 12 Eylül 1980 darbesi ile “gülme” sırasının işverenlere geldiğini düşünenler,
yaptıkları yasal düzenlemelerle “gülme”nin sonsuza kadar sürmesini hedeflemişlerdir.
Özellikle son 19 yılda işbaşında olanlar her fırsatta darbe dönemlerine karşı olduklarını
söyledikleri halde İş Kanunu ve Sendikalar Kanununda yaptıkları değişiklikler ile 12 Eylül
döneminin bile ötesine geçmişlerdir. 12 Eylül öncesi 44 milyon civarındaki nüfusumuz
içinde sendikalı işçi sayısı 3 milyona ulaşmışken, günümüzün 83 milyonluk Türkiye’sinde
sendika üyesi işçi sayısını utanç duymadan açıklayabilmek olanaksız. Çalışma Bakanlığı
döneminde AKP’li Faruk Çelik’in bir konuşmasında, sendikalı işçi sayısının gerçek durumunu
açıklamaları halinde bazı konfederasyonların sayı düşüklüğü nedeniyle kapanabileceğini
ifade ettiği unutulmamalı.
Sendikalı işçi sayısının bu kadar az, sendikaların bu kadar güçsüz ve bağımlı, işsiz
sayısının bu kadar yüksek, sığınmacı adı altında milyonlarca insanın ülkemize doluştuğu
ortamda gerçek bir emek fiyatı pazarlığı yapılabilir mi? 12 Eylül sonrasında gülmeye
başlayan işverenlerin gülmeleri kahkahaya dönüşmüş olamaz mı?
EN DÜŞÜK ÜCRET UYGULANABİLİYOR MU?
Günümüz koşullarında yoksulluk, hatta açlık sınırı altında olduğu herkesçe kabul
edilen en düşük ücret uygulanabiliyor mu?
İşsizliğin bu kadar yüksek boyutta olduğu ve her geçen gün işsizler ordusuna yeni
neferlerin katıldığı ülkemizde, en düşük ücretin uygulandığını düşünmek tam bir hayal.
Hayatla bağı olan herkes bunu yakın çevresinden gözlemektedir. Pek çok insan sadece
ekmek parası için kayıt dışı, yani hiçbir sosyal güvencesi olmadan kaçak olarak
çalışmaktadır. Bu işçilerin aldığı ücretin ne kadar olduğu belirsizdir. Çoğu zaman da en
düşük ücretin çok altındadır. Olmasa bile sosyal güvenceden yoksundur. Bu durum resmi
verilerce de doğrulanmaktadır.
Son TÜİK verilerine göre ülkemizde her 100 kişiden 27,4’ü kayıt dışı çalışmaktadır.
(TÜİK verilerinin ne kadar sağlıklı olduğu da ayrı bir tartışma konusudur tabii). Bu durum
ayrıca üretimin de kayıt dışı olduğunu göstermektedir ki, bu da vergi kaybının ne boyutta
olduğunu ortaya koymaktadır.
Denetimin sıkı olduğu bazı iş kolları ile iş kazaları açısından risk taşıyan iş yerlerinde
sigortalı gösterilen çalışanların eline bordroda yazılı ücretin geçmediği de ayrı bir yaradır.
En düşük ücretin artırılmasının en kolay yöntemlerinden biri de, asgari ücretten vergi
alınmasının önüne geçmektir. Ama bu bütünsel ve kararlı bir mücadele gerektirmektedir.
En düşük ücretin utanç ücreti olmaktan çıkarılması ancak yeniden güçlü bir sendika
hareketin yaratılması, örgütlü mücadelenin hayatın her alanına yayılıp sosyal devletin
halkın geniş kesimlerinin zorunlu talebi olarak dayatılması ile, kısacası KEMALİST
politikaların yeniden uygulanması ile gerçekleşebilecektir.
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ