09.05.2025 ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEGİ GENEL BAŞKANI HÜSNÜ BOZKURT’UN GİRESUN KONFERASI
YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ
Dört yıldır yollardayız. Kars, Van, Ardahan, Artvin, Adana, Antep, Hatay, Maraş, Ege Bölgesi, Karadeniz Bölgesi, Marmara Bölgesi ve bütün bölgelere gittik. Değerli yurttaşlarla bir araya geldik. Zamanla yarıştık.
Derdimiz mi? Derdimiz şu, Kemalizm’i bütün unsurlarıyla Türk gençliğine anlatmak ve Kemalizm’in namus sesini yurdumuzun semalarında bir sis çanı gibi asmak.
Sağ iktidarların sisli dağ haline getirdiği görünümü AKP iktidarı görünmez hale getirdi.
İşte bu yüzden yeniden Atatürk Cumhuriyetine ulaşmak için yollardayız.
Neden Atatürk Cumhuriyeti diyoruz?
Sorarsanız İran’da, Libya’da ki yönetimler de Suriye’de kurulan yeni yapı da Cumhuriyettir. Bugün Erdoğan’ın da yarattığı Cumhuriyettir.
Hangi Cumhuriyet, nasıl Cumhuriyet?
Oysa Atatürk, 20 Ekim 1927 tarihinde Meclis kürsüsünden Nutuk okuyor. Sekiz yıllık silahlı mücadelesini ve oluşturduğu kurumsal yapısını yazılı olarak tarihe bırakmak için ve sözlü olarak okuyor.
Dünyada yaptıklarının hesabını veren başka bir lider yoktur.
Atatürk, 9 Mayıs 1935’ de Türk devrimini şöyle anlatıyor:
“Uçurum kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız, devrimler… İşte Türk genel devriminin bir kısa diyemi… 1927 Kurultayı doğuda kopan azıyı yenerek Cumhuriyetin sarsılmaz temelde olduğunun anlaşılmasına; 1931 Kurultayı güvenlik ve sükûnun kesin olarak kurulmasına rasgelir. Bu kurultayımız ise, geniş ölçüde gelişim devri içinde bulunduğumuz günlerde toplanmış oluyor.”
Ve sonra bütün dünyanın saygıyla tanıdığı arasız devrimler…
Dünyada Kemalist devrim diyorlar. Fransız haritalarında ülkemiz Kemalist Türkiye olarak gösteriliyor.
Atatürk, çoğu Müslüman olan ve o gelinceye kadar nüfustan sayılmayan kadını hem başımızın tacı hem de vekil yaptı.
- Küba Devlet Başkanı Fidel Castro: Biz devrimciliği Mustafa Kemal’den öğrendik, diyor.
O, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” diyerek altı yüzyıl boyunca “Padişahım çok yaşa!” diyen bir milleti egemen kıldı.
Vahdettin’in koyun sürüsü dediği millete ‘efendiler’ diyen ve o milletle saltanatı kaldıran devrimci liderdir Atatürk.
Saltanatın kaldırılması görüşmeleri süreci ilginçtir. Son derece gürültülü, hararetli bir süreç olup bir türlü sonuç alınamamaktadır. Gün akşam olmuş, süreç uzadıkça uzamıştır.
Gazi biraz açıktı oturmuş, onanları izlemektedir. Dayanamadı, birden ayağa kalkar. Sesini duyurabilmek için bir masa üzerine çıkar:
“Buraya sorunun esasını halletmek için toplanmadık. O halledilmiş, bitmiştir. Saltanat egemenliği güçle almıştır ve 600 yılı aşkın süredir kullanmıştır. Şimdi de millet o egemenliği kendi gücüyle eline almıştır. Artık o egemenlik hiçbir yere bırakılamaz. Sizler fiili olarak bu gerçeğin yalnızca formülünü bulacaksınız. Yoksa, bunu anlamayanların kafası kesilir!” der ve çok kısa sürede düzenleme gerçekleşir.
Aha da devrimci budur.
Kemalizm’de ideoloji ve fikir var. Anti emperyalist mücadele ve kapitalizmle mücadele var.
1970’lerde neo-liberalizm, sermaye düzeni hâkim oldu. Geldiğimiz yer burası, bu yüzde Cumhuriyetin hiçbir kazanımı yok edilemez.
Corona virüsü sürecinde aşı alabilmek için sıraya girdik. Sözde yerli aşı Türkovac üretildi. Öyle bir aşı yok üretilemez. Çünkü aşı merkezimiz yok.
Bunu sürekli tekrarlayacağız çünkü tekrar yararlı bir iştir. Gerçekleri tekrarlayarak akıllardan çıkmamasını sağlayacağız.
Yeniden Atatürk Cumhuriyeti derken tarihi tersine akıtmaktan söz etmiyoruz.
Nasıl ki bir yer çekimi var, nasıl ki su yüz derecede kaynar. Aynı şekilde bazı doğrular değişmez.
Milliyetçilik emperyalizm tarafından reddediliyor ve reddedilmesi dayatılıyor.
Atatürk ve milliyetçiliği reddederek solculuk olmaz. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ‘nin kuyruğunda solculuk olmaz, bu vatana ihanettir.
Atatürk, Kürt, Türk, Alevi demedi çünkü o milleti tanımladı ve onun tanımında hepsi var. Nedir o tanım: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Bu tanımda ırk, soy kan tarifi yoktur. Bu tanım halkın hiçbir kesimini ayırmadan tümüne eşit olanakları sunan bir tanımdır.
Tarikat ve cemaatlerin STK olduğu söyleniyor!
Oysa Kemalizm’de devletçilik anlayışıyla; devlet ve özel sektörün bir arada getirilerek üretim seferberliğini başlatmıştık.
Oysa 1923 yılında buğdayı olmayan, 1930’da buğday ihracatçısı konumuna gelen bir devlettik.
Şimdi buğdayımızı savaş içinde bulunan ülke Ukrayna’dan alıyoruz. Üretimden kopmak Atatürk Cumhuriyetinden kopmaktır, ihanettir.
Laiklik: Allah’ın insana soracağı soruyu hiç kimsenin kimseye soramaması demektir. Din ve dünya işlerini birbirinden ayırmak demektir. Bakın din ve devlet işlerini değil, din ve dünya işlerini diyorum (!)
Herkes Kuranı okuyup anlasa tanrının cennette peygamber efendimizle hazreti Meryem’i nikahlayacağına inanmaz. Nasıl ki şeyh ölüyor cemaati mirasını bölüşüyorsa bu öyle bir durumdur.
Cumhuriyeti kuranlar onu uçurumun kenarından alanlar, onu millet yapan, ona dilini veren, 40’ın üzerinde tesisler kurarak üreten, büyüyemeden salgınlar sebebiyle ölen çocukları için aşı üreten ülke demektir.
Cumhuriyeti kuranlar, doğum sonrası kadınların % 30’unun tetanızdan öldüğü bir ülkede 17 ayrı aşıyı üretebilmek demektir.
Tifüs aşısını ilk defa Türkiye üretti.
Mao’nun Türkiye’nin aşı ile yaptıklarına hayranlığı, Endonezya başbakanının Atatürk’e idolüm demesi bunun göstergesidir.
Mustafa Kemal’in büyük bir devrimcinin ülkesini yönetenlerin bugün Arz-ı Mevud’un (Vadedilen Topraklar) kuyruğuna takılmaları…
Mustafa Kemal ve arkadaşları bir hamur kardılar içine bir maya kattılar. Hamurun içine kattıkları mayanın adı ‘Namus ’tur ve milleti doyuracak hamur bu üretilen hamurdur.
Fazla uzatmadan son bir olay anlatarak bitireceğim.
Başbakan İsmet İnönü milletvekillerinin iş takibi yapmalarına karşıydı. Bu konuda yasa düzenlemek istiyordu.
Atatürk aynı görüşte değildi. Bu kanunla olmamalıydı. Milletvekilleri böyle işlere girmenin sakıncalı olduğunu bilmeliydi. Bir milletvekiline “ihaleye girmeyeceksin” demek milletin seçtiği insanın iradesine güvenmemek demekti. Bu durum birkaç milletvekilinin yaptığı yanlışın tüm milletvekillerinin üstüne yayılması demekti.
O sıralarda Milli Savunma Bakanlığının açtığı bir ihale için bir milletvekili iki ayrı teklif vermişti. Firmalar adına teklif veren kişi Maraş Milletvekili Mithat Alan’dı. Mithat Alan Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali’nin ablası Naime Hanım ile evliydi. Yani Mithat Bey Kılıç Ali’nin eniştesiydi.
Atatürk İnönü’ye sorar:
- Bu işin içinde Kılıç Ali’nin parmağı olabilir mi?
- Sanmıyorum paşam, belki kullanılabiliyor olabilir.
Sorunu çözmek Atatürk’e kalır. O akşam konunun muhatapları Çankaya Köşküne davet edilir.
Atatürk birden Kılıç Ali’ye:
- Enişten nasıl? diye sorar.
Kılıç Ali: “Sayenizde iyidir paşam” yanıtını verince Atatürk sinirlenir: “Neden benim sayemde iyi olacakmış, kendi sayesinde iyidir” der ve Mithat Alan’ın evine gitmek istediğini söyler.
Kılıç Ali: “Böyle hazırlıksız olmaz, haber vereyim der” Atatürk: “Hayır” der ve hep birlikte giderler. Sohbete dalınır ve bir ara Atatürk Mithat Alan’a:
- Sizin işler nasıl gidiyor?” diye sorar.
- Milletvekili olunca elimdeki ufak tefek işleri dağıttım paşam, şimdi ticaretle uğraşıyorum.
- Yaa öyle mi?
- Bir iki silah fabrikasının mümesilliği, temsilciliği var paşam.
- Hangileri onlar?
- Biri Çekoslovakya’nın diğeri Fransa’nın.
- Ticaretle uğraşmadığına göre bunlar fahri işlerle galiba.
- Fahri değil Gazi Paşa iş olursa küçük bir komisyon veriyorlar.
Atatürk duydukları üzerine haydi kalkalım der ve kalkarlar.
Daha sonra Kılıç Ali’ye:
- Mithat Bey milletvekilliğinden istifa edecek, O şirketler Türkiye’de ihaleye giremeyecek, der.
Ve Milletvekili Mithat Alan istifa eder.
İşte böyle bir kurucu liderin ülkesi bu ülke.
Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Mustafa Hüsnü BOZKURT
ADD Genel Başkanı







