Genel Başkanımız Mustafa Hüsnü Bozkurt’tan Üç Günde Üç Konferans

Genel Başkanımız Dr. Mustafa Hüsnü Bozkurt “YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ” Konferanslarıyla Kemalizm’i yükseltmeye devam ediyor. Dur durak bilmeden yurdun dört bir yanında ülkenin içine çekildiği durumu anlatmayı sürdürüyor.

Haber Metni: ADD Genel Başkan Yardımcısı Hatice Şap

Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından 27-28-29 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilen üç günlük İzmir programında Genel Başkanımız Dr. Mustafa Hüsnü Bozkurt üç günde üç konferans verdi. Konferanslara ADD GYK üyeleri: Genel Sekreter Durur Gök, Genel Sayman Basri Gürsoy, Genel Başkan Yardımcıları B. Safa Yenice, Gürhan Akdoğan, Hatice Şap, Özgür Kırdar, GYK üyesi Sayman Yardımcısı ve İstanbul Bölge temsilcisi Önder Akdoğan, GYK üyesi Meliha Selman Pakoğlu, değerli Ahmet Yorgun GYK üyemiz, Gençlik Kolu Genel Başkanı Nihat Arda Mercan, GYK Üyesi ve Genel Sekreter Yardımcısı Devrim Ercan, GYK üyeleri Umut Can Yaylacı, Asya Ali Özdemir, Erkan Çiçek, İbrahim Dikmen, Ahmet Gürel, GYK Üyesi ve Genel Sayman Yardımcısı Recep Ayaz, İç Anadolu Bölge sorumlusu, Genel Sayman Yardımcısı ve Karaman Şube Başkanı Ülkan Şanlıtürk ve Genel Başkan Mustafa Hüsnü Bozkurt’un eşleri Nur Bozkurt hanımefendi ile konferans bölgesi ve çevresi ADD ilçe yöneticileri, üyeleri ve geniş halk kitleleri katıldılar.

İlk konferans 27 Haziran 2025 tarihinde, saat 18.00’de İzmir Dikili’de gerçekleşti. Dikili Mustafa Kemal Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılan konferansta ADD Genel Başkanı Dr. Mustafa Hüsnü Bozkurt: “Dünün Sevr’i bugünün BOP’u” vurgusuyla ve haritalarla emperyalizmin ülkemiz üzerindeki emellerini tarihsel süreçleriyle aktardı.

COĞRAFYAMIZDA SADECE MUSTAFA KEMAL’İN KURDUĞU ATATÜRK CUMHURİYETİ HAMURUNA NAMUS MAYASI KATILARAK KURULMUŞTUR

Genel Başkan GYK üyelerini tanıtarak sözlerine başladı. İzmir’in sıcağında kendilerini dinlemek için salonu dolduran İzmirlilere teşekkür ederek konferansını sürdürdü:

“Dört yıldır bu görevi götürüyoruz. 2021 yılı 2 Ekim tarihinde göreve başladıktan sonra arkadaşlarımızla Türkiye’nin gidişatına değerlendirdik. 2021 yılında 19 yıllık bir AKP iktidarı vardı. 2018’de tek adam rejimine geçmişti Türkiye biliyorsunuz 16 Nisan 2017 referandumuyla. 2016 yılında bir darbe girişimi bahanesiyle, mühürsüz oyların kabul edilmesi tezgahıyla Türkiye Cumhuriyeti devletinin 96 yıllık rejimi değiştirilmiştir. Biz tam yaşandıktan ve 2019’da başlayan pandemi sonrasında göreve geldik.

Biz Türkiye’nin hatta dünyanın çıkış yolunun Kemalizm olduğuna inanıyoruz.

Sevgili katılımcılar,

Daha öncede gerek siyasi gerekse sosyal yaşamımda bunu defalarca söylemişimdir. Benim kuşağıma 68 kuşağı diyorlar, 70’li yaşlarımızı yaşıyoruz. Türkiye’nin en önemli süreçlerinde 68 kuşağı çok ciddi görevler üstlendi, ciddi bedeller ödedi. Bu süreç Türkiye’nin de dönüştürüldüğü süreçtir. Yani Mustafa Kemal Atatürk ve Kemalist devrimcilerin kurduğu Cumhuriyeti özellikle 70’lerin başında ve sonunda gerçekleştirilen iki faşist darbeyle dönüştürüldü. 1970 yılının 12 Mart ve 12 Eylül 1980 darbeleriyle ülkemiz tamamen dönüştürüldü. Bu tamamen dönüştürmede eğitimden sağlığa her alanda yer altı kaynaklarından sosyal yaşama, çocukların eğitiminden gençlerin gelişimine kadar bütün alanlar var.  Bu iki faşist darbe için Amerika’nın Dışişleri Bakanı Henry Kissenger şöyle demiştir: “Türkiye sabun gibi elimizden kayıyordu iki darbe ile onu zor bela elimizde tuttuk.” Şimdi bu dönemi yaşamış bir adam olarak bizim yaşadıklarımızı anlatacağım.

Biz gençliğimizde ortalama haftada iki kitap okuyan çocuklardık. Bütün izimleri öğrendik. Yani Marksizm, Leninizm’den başlayarak, Hitler’in ‘Kavgam’ını da okuduk., Lenin’in ‘Ne Yapmalısın?’ kitabını da okuduk. George Politzer’in ‘Felsefe ’nin Temel İlkelerini ’de okuduk. Stalinizmi de, Maoizmi de okuduk. Okuduk, okuduk, okuduk…  Enver Hoca’nın Arnavutluk’un başındaki bilmem bileniniz var mı? Enver Hoca’nın Enverizmi’ni bile okuduk. Ancak kimse bize Kemalizm’i anlatmadı. O yılların gençlik toplantılarında genellikle yukarıda saydığım izimler konuşuldu. Mustafa Kemal için genellikle burjuva devrimcisi, gardolap devrimcisi falan falan gibi şeyler söylendi.

1967’de liseyi bitirdim İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdim. Üniversite işgalleriyle falan geçen süreçler… Liseden beri okuyoruz. O zamanlar babam yoksul olduğu için asker hesabından okumak zorundaydım. Askeri öğrenci yurdunda kalarak okudum. Kemalizm diye bir yazı yazdım askeri tıbbiye dergisinde. Kemalizm’i yazacağım ancak hiçbir şey bilmiyorum. O zaman gerçekten bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Ben ne yapıyorum dedim. Kendi ülkemin kurucusunun ideolojisini bilmiyorum 15 bin km. uzaktaki Çin’deki Mao’nun ideolojisini okuyorum. Lenin’i, Stalin’i, Almanya’da ki Marks’ı okuyorum, Engels’i okuyorum ama Mustafa Kemal’i bilmiyorum. Oturdum binlerce kitap okudum. Halkçılık nedir, milliyetçilik nedir? O zamanlar milliyetçilik yeni, ülkü ocakları yeni hayata geçiriliyor. 1965’te Alparslan Türkeş, Millet Partisini ele geçirip adını Milliyetçi Hareket Partisi yapmış, solun yanında pek esameleri okunmuyor.  Biz milliyetçiliğe ırkçılık olarak bakıyoruz.

Atatürk ilkelerine bakıyorum Cumhuriyetçilik var, halkçılık var, devrimcilik var, devletçilik var, laiklik var, milliyetçilik var. O zaman fark ettim ki laiklik konusunda basma kalıp üç dört cümleden sonra söyleyecek lafım yok. Milliyetçilik konusunda aynı durum, halkçılık ne demek çok farkında değilim. O sene, yazın sınıfı direkt geçtim. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ‘Kitap’ diye bir mağazası var Laleli’de, bende zaman zaman oradan kitap alıyorum. Dedim ya iki liramız varsa bir lirasını kitaba harcıyoruz. Gide gele çok sevdi beni herhalde. Kendisi de eski asker. Bana ‘Hoş geldin doktor’ diyor. Ben de daha ikinci sınıf öğrencisiyim koskoca Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın bana ‘doktor’ demesi hoşuma gidiyor, koltuklarım kabarıyor. Dedi ki; “gel burada çalış hem bana yardım edersin hem de kitap okursun, hem meraklısın görüyorum bu kadar kitap almaya senin paran yetmez.”

Aileme bir bütünlemem olduğunu söyledim. Böylelikle 41-42 daha kalabildim. Fazıl Hüsnü Dağlarca bana kitaplar önerdi. Önce ‘Nutuk’ okudum ve bir hızlı okuma tekniği gösterdi. Dedi ki: “Bak300-400 sayfalık kitabı bir hafta on günde zor bitirirsin ama şunları şunları yaparsan sen bu kitabı iki gecede bitirirsin. Ha çok detaylı olmaz ama ana fikri alırsın.” Sonra da bütünleme sınavları tarihi geçince artık aileme söyleyecek bahanem kalmadığı için kaldığım yurttan da ayrılıp İstanbul’da gideceğim ev olmadığı için ayrıldım. Ayrılırken Dağlarca bana dedi ki: “Bak evladım, madem siyasete meraklısın Türklerin tarihini öğrenmeden, I. ve II. Dünya Savaşlarının nedenlerini ve sonuçlarını doğru öğrenmeden, İslam Tarihini öğrenmeden, Kuran-ı Kerimin Türkçesini ciddi olarak okumadan ve kendini geliştirmeden sakın siyasete atılma. O zaman bu gördüklerin gibi siyasetin ancak bezirganı olursun.”  Şimdi bakıyorum da o zaman gördüklerimiz şimdikilerin yanında dünyanın en iyi siyasetçileriydi.

Buraya neden “Yeniden Atatürk Cumhuriyeti” diyoruz oradan geliyorum. Şimdi ben Milletvekili oldum 2015’te 5 ay sonra bir seçim daha 2,5 sene sonra bir erken seçim daha derken bizim Milletvekilliği hızlandırılmış bir biçimde üç senede bitti. Milletvekilliğim süresince her sabah 08.00’da otelden çıktım meclis kütüphanesine, öğlen yemeğinden sonra saat 14.00’de yine meclis kütüphanesine gittim. Bütün I. Meclis, II. Meclis tutanaklarını tek tek okudum. Gerçekten ayırdına vardım ki Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, öyle sadece vatan kurtarmak şu bu falan değil, yani bilimsel tarifini yapmaya kalksam o kadar yetkin değilim. Biliyorsunuz sosyal bilimci değilim ben. Bunun için ADD’ye başkan olunca dedim ki bizim yurttaşlarımıza, çocuklarımıza Atatürk Cumhuriyetini öğretmeli ve Türkiye yeniden Atatürk Cumhuriyeti olmalı.  Hatta bunu başlangıçta böyle söylediğimizde birileri eleştirdi. İşte sizde mi Cumhuriyeti numaralandırıyorsunuz falan dediler.

Yok, hayır, öyle değil. Kemalist Cumhuriyet dedik. Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’nin adı da budur. Kemalist Cumhuriyettir. Gerçi Kemalist olmaktan da çıkarıldı biliyorsunuz.  Peki nedir Kemalist Cumhuriyetin özellikleri. Dünyada çeşitli Cumhuriyetler var. 180’e yakın Cumhuriyet var. İslam Cumhuriyeti de var, Demokratik Cumhuriyet’te var, var oğlu var…

Nedir Atatürk Cumhuriyetini Farklı Kılan?

İslam ülkelerindeki hemen hemen bütün yönetimler hırsızdır.  Belki çok iddialı gelecek size ama gerçekten hırsızdırlar. Yani İslam ülkeleri derken halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerden bahsediyorum. Hırsız dediğim şu, halkın malını, parasını pulunu çalarlar. Bütün hepsi İslami diktatörlüklerdir. Suudi Arabistan’dan, Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Katar’dan Kuveyt’ine, Somali’sine, Sudan’ına hepsine bakın hepsinin İsviçre bankalarında hesapları vardır. Diyeceksiniz ki başka ülkelerin yok mu? Tabii var.  İşte Arjantin, Filipinler, yani Müslümanlıkla, Hıristiyan olmak hırsızlık konusunda bir şeyi değiştirmiyor. O anlamda demedim.

Bizim Coğrafyamızda sadece Mustafa Kemal’in kurduğu Atatürk Cumhuriyeti hamuruna namus mayası katılarak kurulmuştur. Atatürk’e ayyaşta dediler, deccal da dediler, değil mi? Her şeyi dediler. Dinimizi katletti dediler, Kur’an-ı Kerim-i yaktı da dediler. Vay efendim biz tek partili dönemde 80 kişilik sınıflarda okuyorduk dediler. Herif 1954 doğumlu! yalan üstünde yalan söylüyorlar. Ama bir kişi çıkıp Atatürk hırsızdı halkın parasını çalmıştır diyemedi. Neden, neden arkadaşlar bir düşünün, niçin?

İsmet Paşa’ya asker kaçağıdır dediler. Yani adam İsmet Paşa diyor ve asker kaçağı diyor! İsmet Paşa’ya hırsız diyemediler. İsmet Paşa’nın oğlu Erdal İnönü Amerika’da eğitim görürken araba istiyor ki arabalar o tarihlerde Amerika’da ucuz. Ona yazdığı mektupla, “O parayı sana veremem oğlum.” diyor, “veremem!”  14 Mayıs 1950’de seçimleri kaybettiğinde yine oğluna yazdığı bir mektupta mektup var, mektubunda: “Bu benim en büyük yenilgim, milletimizin en büyük kazancıdır” diyor. Hükümeti devredip Mevhibe Hanımı koluna takıp ayrılıyor. Sonra Bülent Ecevit var. Onunla ilgili de her şeyi söylediler. Tiki var dediler, bilmem ne dediler ama hırsız diyemediler.  Neden?  Bu Cumhuriyet o namus mayası ile kurulduğu için.

Bakın size bazı haritalar göstereceğim. Bu harita Sevr haritası arkadaşlar. Burada egemenlik yok. İstanbul Boğazı İngiliz, Fransız, İtalyan konsorsiyumu ile yönetilecek, Fransız bölgesi, İtalyan Bölgesi, Ermenistan şeklinde, imparatorluk parçalara ayrılmış ve bu anlaşma Osmanlı tarafından imzalanmış.  Bu ahlaksızlar Ege adalarını Lozan’da kaybettik diyorlar. Kemalist devrimciler bu harita üzerine savaştılar ve bu haritaya geldiler, Türkiye haritasına.

Sevgili arkadaşlar, 2003 yılında ise bu harita konuldu bu ülkeyi yönetenlerin önüne (BOP Haritası). O günkü Başbakan Recep Tayip Erdoğan, O günkü Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök. Yer Atına NATO toplantısı. O toplantıda Condoleezza Rice bu haritayı masaya koydu ve dedi ki biz yıllar içinde Kuzey Afrika’dan Çin sınırına kadar 22 ülkenin sınırlarını değiştireceğiz. Şimdi bu haritayı gösteriyorum. 23 ilimiz alınmış ‘Free Kürdistan’ adıyla “Büyük İsrail” haritası. Bu haritayı gören bu ülkenin başbakanı dedi ki ben BOP’un eş başkanlarından biriyim ve bugüne kadar da eş başkanlıktan ayrıldığına dair hiçbir söz duymadık.  Bunu çok samimiyetle söylüyorum. İçinde ülkesini bölme planı olan bir haritanın olduğu projenin eş başkanına siyasi literatürde ne denir?  Kendisi araştırsın bulsun. Bakın bu BOP haritası, bu Kuzey Irak’tan yayın yapan Barzani’nin Rustav TV’nin hava raporu sunumu haritası. Bakar mısınız Kürdistan denilen yer nereye kadar uzanıyor?

Bu haritalar gündeme sokuldu. Türkiye kuzeyinden Ukrayna-Rusya Savaşı, güneyinde 2011 yılından beri Suriye’de ki emperyalizmin kışkırttığı iç savaşlar ve daha önce Irak’ta yapılanlar; Somali’de, Sudan’da, Mısır’da yapılanlar hep BOP hedeflerine dönük olarak yapıldı. Sırada İran vardı, İran’da ne olduğunu gördük. Hala Türkiye’yi yönetenler ABD’nin bu açık hedefini sorgulayabilmiş değiller, buna karşı bir önlem alabilmiş değiller.

Biz ADD olarak hamaset olsun diye, yani Atatürk’ün mavi gözlerini çok sevdiğimiz için değil, bilgiye dayalı olarak Atatürk’ün ne yaptığına bakıyoruz. Şimdi arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kurulmuş, ekmeklik buğdayı yoktu, duvara çakacak çivisi yoktu, çocuğunun altına saracak bezi yoktu.  Şimdi satılıyor ya paket çocuk bezleri, ondan bahsetmiyorum, bildiğimiz patiska yoktu, patiska… Başka şeker yoktu. Şeker olmadığı için her doğan bin çocuktan 600’ü bir yaşına gelmeden ölüyordu. Çünkü İskorbüt oluyorlardı. Şeker eksikliği bağışıklık sisteminin gelişmesini engellediği için soğuk algınlığından ölüyorlardı. Her beş lohusa anneden ikisi tetanozdan ölüyordu. Aşı nedir bilinmiyordu. Osmanlı 600 yıl aşı nedir bilmemiş!

Dün mezuniyet töreni camide yapılan Gülhane Tıp Fakültesi 1827’de kuruldu. 1827’de Türkiye’de ilk defa Fransızca eğitim yapan modern tıp eğitimi başladı. Bugün Gülhane’nin durumu ortada.

Milli Mücadele döneminde 1914 Sarıkamış’ta tifüsten binlerce askerimiz öldü.

Refik Saydam 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal ile Samsun’a çıkan 18 kişiden biridir arkadaşlar. 1928’de Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü kuruldu. 17 çeşit aşıyı biz o enstitüde ürettik. 1938’de koleradan kırılan Çin’e bir milyon doz kolera aşısı gönderdik. O 1923 yılında ekmeklik buğdayı olmayan ülke 1937’de açlık çeken Yunanistan’a gemiler dolusu buğday hibe etti ve 1926 ‘da hani namus mayasıyla kuruldu dedik ya, hani kör kuruşun hesabı yapılıyor dedik ya o Cumhuriyet Kayseri’de uçak fabrikası kurdu. 1932 yılına gelindiğinde dünyada uçak üreten beş ülkeden biri oldu. Kendini doyuran yedi ülkeden biri oldu.

Says Piko denilen anlaşma arkadaşlar Osmanlı topraklarını cetvelle bölen anlaşmadır. Birinci Dünya Savaşı sonunda yenilen ülkelerle yapılan bütün anlaşmaların hepsi uygulandı arkadaşlar, nedir onlar: Almanlarla Versay, Bulgarlarla Nöyyi, Avusturya, Saint Germayn Anlaşması, Osmanlı ile Sevr… Bu anlaşmaların içinde uygulanmayan tek anlaşma Sevr’dir. 

Ankara’da bazen bazı arkadaşlarla Anadolu Kulübüne gidiyoruz. Anadolu Kulübünü kuranlar biliyorsunuz Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ve o dönemin devlet erkanıdır. Efendim orada Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllar yılbaşı akşamı Mustafa Kemal Başbakan İsmet Paşa’yı bekliyor. Ancak başbakan bir türlü gelmiyor. Çok geç bir vakitte  İsmet Bey kapıdan görünür. Mustafa Kemal: “Paşam nerede kaldın” diye sorar. “Sorma paşam Türk Hava Kurumunun hesabını kapatıyorduk. Kırk para eksik çıktı. Sabaha kadar onu aradık.” Kırk para denilen bir kuruş arkadaşlar. İsmet Paşa devam ediyor sözlerine: “Meğer muhasebeci defterin bir sayfasından öbür sayfasına geçerken bir kuruşu eksik yazmış. “Mustafa Kemal: “Çok iyi yapmışsın İsmet Bey” diyor ve ekliyor: “O kırk para kırk lira, kırk lira kırk bin lira, kırk bin lira kırk milyon lira olurdu yıllarca anlımıza bir kara leke olarak yapışırdı. Kırk para da olsa devletin parası değerlidir.”

İşte Mustafa Kemal ve arkadaşları böyle namuslu adamlardır. Bu Cumhuriyet Mustafa Kemal’in 16 Mayıs 1919’da Beşiktaş’ta ki evinden ayrılırken Zübeyde Hanımın Selanik’ten getirdiği, düğününde takılan iki tane bilezikle, efendim Ankara’ya geldiğinde 27 Aralık 1919’da Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat Börekçi ‘nin eşi ile birlikte ve esnaftan topladığı bin 200 lira kefen parasıyla ve Mazhar Müfit Kansu’nun Erzurum’dan Sivas’a gelmek için sattığı kürk yakalı paltosundan gelen 900 lira ile kuruldu. Zübeyde Hanım’ın bilezikleri, Mehmet Rıfat Börekçi ’nin kefen parası ve Mazhar Müfit Kansu’nun paltosu alın teri ile yapılmış değerler oldukları için, bu Cumhuriyeti kuranlar milletin parasına, milletten toplanan paraya gözleri gibi baktıkları için ve asla hırsızlık yapmadıkları için bu Cumhuriyet 10 yıl içinde  46 fabrika kurdu. Demir-çelikten, Petrokimyaya, şekerden tekstile, kağıtan silaha 46 fabrika. Bakın ben askerim. 1968 yılında Tuzla Piyade Okulu’nda kamptayken Kırıkkale piyade tüfeği ile atış yaptım, M1 piyade tüfeği ile de atış yaptım arkadaşlar. M1 piyade tüfeğinin menzili bin 200 metre, Kırıkkale piyade tüfeğinin menzili bin 600 metre.

Mustafa Kemal çağırıyor. Diyor ki bana dünyanın en uzun menzilli piyade tüfeğini yapacaksınız. 20. Yüzyılda savaşları sonlandıran meydan muharebeleridir. Düşünün lütfen, asker olmanıza gerek yok. İki ordu karşılaştı birinin elindeki tüfek bin 600, diğerinin elindeki tüfek bin 200 metreyi vuruyorsa geçmiş olsun.

Şimdi hamaset falan değil arkadaşlar yapılabilir mi, yapılabilir. 1923’te okuru yazarı olmayan kadınlarında binde dört, erkeklerinde yüzde yedi olan, ortalaması yüzde 3,5 olan onun da çoğunluğu yabancılardan oluşan Levantenler ve asker sivil bürokratlar oluşturmakta…

Düşünün, Anadolu’da askerdeki çocuğuna mektup yazabilen tek bir kişi yok. Askerdeki çocuğun aldığı mektubu okutacağı kimse de yok. Ancak bölük komutanına falan okutabiliyor. Böyle bir cehalet. Osmanlı dediğimiz, aslında tarihe böyle geçmiş ama Osmanlı bir aile. Osmanlı 600 yıl yönetmiş. Ecdadımızdır değildir bilmem. Yani bu yeni Osmanlıcıların vizyon dedikleri de Fatih Sultan Mehmet ile başlıyor, Abdulhamit ile bitiyor. Aradaki Deli İbrahim’e ecdadım diyen yok, hamamda cariye kovalarken kayıp düşen beyin kanamasından ölene İkinci Selim’e ecdadım diyen yok, Sarhoş Selim’e ecdadım diyen yok, yok…! Hadi bak bakalım 36 tane Osmanlı Padişahı var, bildiğin iki tane. Bir de efendim son Padişah Vahdettin Mustafa Kemali Samsun’a gönderdi falan… Şimdi Osmanlının 600 yıl yönettiği bu topraklarda hoca Sadullah diye bir eleman var, 1550 yılında kitap yazıyor, diyor ki: “Türk etrak-i bi-idrak’tır.” Yani idraktan yoksun bir millet demektir.  1550’den itibaren neredeyse 350 yıl Omanlı Türk’e ‘etrak-i bi idrak’ diye bakmıştır. En son Osmanlının Türk soylu sadrazamı  Çandarlı Halil Paşa’dır. Ondan sonra yok hepsi devşirme. Bütün saray hükümetlerinin yani Kanuni Sultan Süleyman’dan başlayarak hepsinin veziri azamı da diğer görevlileri de hepsi hepsi devşirme. Bir tek Türk çocuğu yok. Onun için Anadolu insanı 600 yıl boyunca konuştuğu dilin alfabesinden yoksun bırakılıp cahilleştirilmiş, cepheden cepheye koşturularak ne ticaret yapabilmiş ne tarım yapabilmiş ne esnaf olabilmiş yoksullaştırılmış, ‘etrak-i bi-idrak’ denilmiş aşağılanmış ve son 200 yıl boyunca bir çare aramış.

Ne yapmış? 1699 Karlofça ile başlamış, 1711 Prut, 1718 Pasarofça, 1774 küçük Kaynarca 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi), Efendim 1911 Trablusgarp, 1912 Balkan, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, arkadaş her cephede yenilmiş, yenilmiş 10 milyon metrekareden aha işte gelmiş 10 Ağustos 1920’de 190 küsür 200 bin metre kareye sıkıştırılmış, Sevr 139 madde. Maddelerden birinde deniliyor ki Türklere bırakılan bölgelerde itilaf devletleri kuvvetleri güvenliklerini tehlikede hissederlerse oraları da işgal edebilirler, yani orada da egemenliğin yok. İşte Anadolu insanının 200 yıl boyunca, 1700’ün ortalarından 1900’ların başına kadar 200 yıl araya araya bulabildiği kurtuluş reçetesinin adı Kemalizm arkadaşlar. O ki sel önünden kütük kapar gibi bir vatan kurtarmış, o ki Sevr Anlaşmasını yırtmış atmış, on ülkeyi bir araya getirmiş Lozan’da kabul ettirmiş, bak demin gösterdim Sadabat Paktı ile Balkan Antantı ‘nı yapmış, biri 1934 diğeri 1937. Arada ne var 1936 Montrö. Arkadaşlar Dolmabahçe Sarayında günlerce çalışıyor, dünyadan uzmanlar getirtiyor. Dünyada kıtalararası su yollarının her iki yakasının da aynı ülke egemenliğinde olduğu tek geçiş Çanakkale ve İstanbul Boğazıdır. İşte bu Mustafa Kemal dehasıdır. O bakımdan ‘Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ olmalı Türkiye Cumhuriyeti.

Bir şey daha söyleyeyim. Bakın Türkiye’nin 520 küsür milyar dolar dış borcu var. Çok enteresan, Cumhuriyet kuruldu, Lozan’da uzun tartışmalardan sonra Osmanlı borçları bölüşüldü. Cumhuriyet kuruldu ve borcun son taksitini 1954’te ödedi.  Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü dış borcu da dolar karşılığı 500 milyar dolardır arkadaşlar.

Düşünün bir yandan 46 fabrika kurup üretiyorsun, bir yandan dış borç almıyorsun, bir yandan da duyunu umumiye borçlarını son kuruşuna kadar ödüyorsun. İşte Türkiye Cumhuriyeti bu. Demek ki bu milletten ümidini kesmeyeceksin arkadaş, bu millet, bu aziz millet önünden hırsızları çektiğiniz zaman her şeyi yapabilecek durumda arkadaş… Bu yüzden ben son derece umutluyum, samimiyetle söylüyorum çok umutluyum, pırıl pırıl bir nesil geliyor.

İnsan ömründe 20-25 sene çok uzun süre, ben bugün 74 yaşındayım. Öbür dünyaya gidersem hesap sorulduğunda, “Sen beni dünyaya getirdin, 1951 yılında. Eee… Menderes gitti Erdoğan geldi. Söyle bakalım sen bana ne verdin ki neyin hesabını soruyorsun” diyeceğim.

Türk milletinin tarihi 20 yıl mı arkadaşlar? Ben Konya’da yaşıyorum 47 kilometre güneyimizde Çatalhöyük 9 bin 600 yıl, gidip görmüşsünüzdür. Göbekli Tepe 12 bin yıl. 12 bin yıl ne demek? Ne Musa var ne İsa var ne Hazreti Muhammet var. 12 bin yıl önce bu toprağın insanı bizim atalarımız. Kan bağına bakarsanız benim ana tarafım Arnavut, baba tarafım Kafkas. Ne diyeceğiz şimdi. Arnavut’um mu diyeceğim Ben Türküm, Türk. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” Nokta. Başka bir tanıma ihtiyaç yok.

Emperyalizmin mikro milliyetçilik, yani etnikçilik tuzağında kıvrılır, yeni şeylere heveslenirsen ne olur? Bir tarafta Türk olur, öbür tarafta Kürt olur, öbür tarafta Çerkez olur, orda Boşnak olur, orda Arnavut olur, orda Arap olur, orda Sırp olur, orda Azeri olur, burada bilmem ne olur. Ondan sonra ananı da ağlatırlar. “Ananı da al git diyemezsin” yetmez, gücün yetmez. Onun için herkes aklını başına almalı. Bir tane yolu var Türkiye’nin Mustafa Kemal’in yoluna akıl ve bilim yoluna dönmesi, yani Kemalizm’e dönmesi. Bu yola döndüğümüz zaman, bu devlet namusla yönetildiği zaman arkadaşlar size iddia ediyorum en fazla 3-5 yıl içinde  o 500 milyar dolar borçta yoluna girer, bu ülkede her şey de yoluna girer. Eğer bugün ülkemizin çocuklarının, gençlerinin yüzde 73’ü yurt dışına gitmek için çare arıyorsa bu ülkeyi yöneten adam günde beş vakit de 125 vakit de namaz kılsa gazoz ….. O vebal, hukuk devletinde kul hakkı olmaz, kul hakkı öbür dünyada Allah ile hesaplaşırken olur. Bu devlette yurttaş hakkı vardır, yurttaş hakkı. Yurttaşın hakkını alan adamlar onun hesabını mutlaka yargı önünde vermelidir.

Bu dünyanın en güzel coğrafyası. Aynı anda dört mevsimin yaşandığı ya bir elimizin yağda bir elimizin balda olması gereken bir coğrafya. Ya gözünüzü seveyim arkadaşlar gidin Antalya’ya inin aşağıya denize girin, çıkın yukarıya kayak yapın. Var mı böyle bir ülke dünyada.

Buğdayın anavatanında üç yıldır savaşan Ukrayna’dan gelecek buğdayı kılıç kalkan ekibiyle karşılayanları inanın bana manyak diye tımarhaneye kapatmaları lazım. Buğdayın anavatanı bu ülke arkadaşlar. Ben 45 yıldır Konya’da yaşıyorum. Konya Ovası’nın buğday rekoltesi kapasitesi 17,5 milyon ton, geçen yılki rekolte 8,5 milyon ton. Nereye gitti bizim 9,5 milyon ton buğdayımız? Çık hesabını ver. Nere gittiğini sana söyleyeyim 600 köyü var Konya’nın köylerdeki nüfus yaş ortalaması 58’e çıktı. Benim gibi 70 yaşını geçmiş adam 40 derece sıcaklıkta tarlada nasıl çalışacak, kim ekecek o tarlayı, kim biçecek?

Gidin bakın Fransa’ya, İngiltere’ye kendi tarım ve hayvancılığını nasıl destekliyorlar? Sen ne yapıyorsun? Harman zamanı mazota bir haftada 8,5 lira zam yapıyorsun. Turizm Bakanının bilmek kaç metrelik, kaç milyarlık yatı ¼ fiyatına mazot alırken bizim Konyalı çiftçi 54 liraya mazot alacak, Harman kaldıracak… Çoook beklersin. Gidersin böyle Ukrayna’dan gelen buğday gemisini davul zurna ile karşılarsın buğdayın anavatanında.

Milletlerin mutlaka ve mutlaka doğruya götürecek evlatları çıkar. Ben doğru sesin çıkacağına yüzde yüz inanıyorum. Az önce sevgili Hamiyet başkan Mustafa Kemal’in sözünü söyledi ya: “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır.” Herhalde Erzurum’dan Sivas’a giderken yol parası için Mazhar Müfit Kansu yakası kürklü paltosunu kış günü satanlar Mustafa Kemal ve arkadaşlarıdırlar. Yok ve yoksul değiliz. Varsa yok ve yoksulluğumuz amenna. Onlar kadar inançlı, onlar kadar kararlıyız. Onun için ‘Yeniden Atatürk Cumhuriyeti” diyoruz sevgili arkadaşlar.

Bizim Cumhuriyetimizin böyle korunması gerekiyor. Bakın bir harita daha getirdim, onu da göstereyim. Bakın burada 57 tane ülke var. Bunların tamamı nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkeler. Bakın arkadaşlar bu 57 ülkenin dünya bilimine katkısı Japonya’nın bir aylık katkısı 1/10’ kadar. Dünyanın son bin yılında nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bu 57 ülkeden iki tane bilim insanı çıkmış. Yani çok çıkmış da dünyaya mal olan iki isim. Birisi 1937 yılında Cumhuriyetin dermatoloji Profesörü Hulusi Behçet. İstanbul Üniversitesi Behçet hastalığı kürsüsünü kurmuş, tıp literatürüne geçmiş. İkincisi Aziz Sancar Nobel almış. Başka? Bu genç Cumhuriyet Gazi Yaşargil’i yetiştirmiştir.  Yüz yaşında vefat etti geçen hafta Amerikan Dünya Cerrahi Birliği yüz yılın beyin cerrahi ödülü verildi kendisine? Çünkü beynin arkasına cerrahi müdahaleyi başaran ilk beyin cerrahidir Yaşargil. İsviçre’de adına kürsü kurulmuştur. Bu genç Cumhuriyet bunları yetiştirdi. Bakın bu ülkelerin birinde bile dünya bilimine katkı anlamında bir durum yaşanmadı. Pakistan’da, Hindistan’da hiçbirinde…

Bakın Türkiye Cumhuriyeti’nin 1936’ da Mustafa Kemal’in köy eğitmenleri kursuyla başlayan, 1940’da Köy Enstitüleri ile hayat bulan o özgün, bilimsel eğitim devriminin bir başka örneği yoktur dünyada. Onu da 1954’de kapattık bitti. Burada Köy Enstitüsü mezunu hocamız var. O gerekeni anlatır. Onun için ‘Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne dönmek bu. Tabiiyi ki yeniden Atatürk Cumhuriyeti derken bazıları da tezahürat yapıyor, ne yani 1930’lara geri mi döneceksiniz? Elbette içinde bulunduğumuz dünya 1930’ların dünyası değil. Elbet, dünya çok değişti tamam ama su hale 100 derecede kaynıyor değil mi?  Hala eğer sterilizasyon kurallarına uymazsanız hastanız operasyondan sonra mikrop kapıyor ve ölüyor. Yani belli kurallar değişmiyor. Hala bir yer çekimi yasası var. Yani sen keyfin öyle istiyor diye fay hattının üzerinde bina yaparsan deprem gelir ve gidersin. O zaman fay hattının bir günahı olmaz. Dolayısıyla elbette 1920’lere, 30’lara dönecek değiliz ama 1920’lerde 30’larda değil belki milattan önce iki binlerde doğrulanmış, üç binlerde doğrulanmış ilkeler var. Nedir o? Namusla devlet yönetmek, Ahlakla devlet yönetmek, liyakatle devlet yönetmek, topluma özveriyle hizmet edecek dürüst, namuslu, ahlaklı insanları göreve getirmek. Bunu yaptığınızda hani bir harita var ya, dünya haritası. Baba çocuğuna bunu yaparsan seni sinemaya götüreceğim demiş. Çocuk iki dakika sonra gelmiş. Baba: “Oğlum nasıl becerdin bunu?” Çocuk: “Baba arkasında bir insan resmi vardı, insanı düzelttim dünya düzeldi.”

Teşekkürler ediyorum efendim, sağ olun.

***

BU MİLLET YÜZ YIL ÖNCE SERV’E RAZİ OLMADI, YÜZ YIL SONRA SEVR TAKLİDİ BOP PAÇAVRASINA ASLA TESLİM OLMAZ!

İkinci Konferans 28 Haziran 2025 tarihinde, saat 19.00’da Eski Foça Başkapılar Anfi Tiyatrosunda Eski Diplomat Onur Öymen ile birlikte gerçekleştirildi. Konferansta Bozkurt ülkenin dününü ve bugününü anlattı. Emperyalist planların yerli işbirlikçilerle geldiği noktayı ve tablonun ağır olduğuna vurgu yaptı.

Çok değerli arkadaşlar, çok sevgili Onur Öymen, Sevgili Kemal Ağabi, Kemal Ağabi diyorum ağabimiz olduğu için. Tabi CHP’nin Grup Başkan Vekili. Bizim gençlik idollerimizden Zihni Anadol’un emaneti sevgili Kemal Anadol, Genel Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşlarım. Ankara’dan, İstanbul’dan, her taraftan gelen arkadaşlarım. Hep birlikte bizi Foça’da ayarlayan sevgili Belediye Başkanımız Saniye Bora Fıçı başkanımızı ziyaret ettikten sonra buraya geldik. Bu Belediye ziyaretleri de çok gurur verici oluyor arkadaşlar. Yıllardır bu işin içindeyiz bir 1989’da bu mutluluğu yaşamıştık ama o zaman çok kısa sürmüştü. Umarım bu defa genel iktidarla taçlanacak bu yapı. Türkiye’nin her yerini dolaşıyoruz. Her gittiğimiz yerde büyük şehirler dahil, iller dahil, ilçeler dahil ve çoğunluğu da kadın ve genç olan sevgili belediye başkanlarımızı ziyaret ederken, 50 yılını siyasete vermiş, bugün de artık ADD gibi ülkemiz için en önemli demokratik kitle örgütü olan bir kurumun başındaki kişi olarak çok gururlanıyorum. Saniye Bora Fıçı’nın şahsında Atatürk’ü görüyorum. Yani o; “Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın” derken, “Dünyada hiçbir milletin kadını, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez.” Derken herhalde Saniye Bora Fıçı’ların bir gün gelip Foça’yı yöneteceğini, Hilal Deniz’in Çeşme’yi yöneteceğini Helil Hanımın Karabağları yöneteceğini, Candan Yüceer’in Tekirdağ’ı yöneteceğini, efendim topuklu efenin, sevgili Özlem’in Aydın’ı yöneteceği hayal ediyordu. Onun için bu ziyaretleri çok önemsiyorum ve gittiğimiz her yerde mutlaka belediye başkanlarımızı ziyaret ediyorum. Onlar da sağ olsunlar kabul ediyorlar, bu vesile ile sevgili Saniye başkanıma da bugünkü kabulü için çok teşekkür ediyorum.

Tek tek tanıtmak istiyorum sevgili yönetim kurulu üyelerimizi, onlar uzak yollardan geldiler. (GYK üyeleri ve katılan bölge ve il/ilçe şube başkanları tek tek tanıtıldı).

Şimdi efendim neden “Yeniden Atatürk Cumhuriyeti?” Yeniden Atatürk Cumhuriyeti mottosu, sloganı ya da ana fikrini, adını ne koyarsak koyalım dört senedir ısrarla söylüyoruz. Tabiyi ki amacımız 1930’lara dönelim, 1920’lere dönelim değildir. Tabiyi ki amacımız nostalji falan da değil. Amacımız benden önce sayın Onur Öymen Anekdotlarla gayet güzel süsleyerek anlattı. Dünyada başka bir örneği olan bir Cumhuriyet değil bu Cumhuriyet. Bu öyle hamasi bir laf değil, bu Cumhuriyetin hakikaten eşi benzeri yok dünyada emperyalizme karşı ilk ulusal bağımsızlık savaşı veren, bu ulusal bağımsızlık savaşı ki dünyada gerçekten bir başka örneği yok. Niye? Çünkü bugüne kadar millet olduğunun bilincinde olmayan Anadolu’nun ortasında 600 yıl boyunca dilinin alfabesinden yoksun bırakılıp cahilleştirilmiş, 400 yıl boyunca ‘Etrak-ı bi idrak’ denilerek sürekli aşağılanmış, 300 yıl boyunca cepheden cepheye koşarak yoksullaştırılmış, kendisini yöneten devletin yönetim kademelerinde asla yanaştırılmamış bir halkın kadınıyla, çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla tek ulusal bağımsızlık savaşı bizim savaşımızdır. Dünyada aynı savaşta 8 yaşında ve 58 yaşında şehidi olan bir başka dünya ülkesi yok.

Değerli Hanımefendiler, Sevgili Foçalılar,

Aynı savaşta yani Büyük Taarruzda sekiz yaşında Bozkırlı Ömer oğlu Hüsnü, 1914 doğumlu şehit. 58 yaşında Mehmet Onbaşı şehit. Bu ne demek? Bu şu demek; bu vatanı, şu Foça’yı bugün burada oturup karşılıklı konuşabilelim diye, vatan olsun diye dede ve torun aynı gün aynı yerde, nerede? Afyon’da, Dumlupınar’da toprağa düşmüşler. Onun için çok kıymetli. Yani sadece bizim için değil Mustafa Kemal’in ‘Gençliğe Hitabesini bitirirken söylediği gibi “Ey Türk İstikbalinin Evladı!” yani çağlar boyunca bu topraklarda Türk geleceğinin evladı olarak, nefes alan, yiyen, içen, oturan, kalkan kim varsa adı Tayyip’te olabilir, Hüsnü ‘de olabilir, efendim adı Binali’de olabilir, Yüzbinali’de, Milyonali’de olabilir, ne olursa olsun o Kurtuluş Savaşı’nın o dökülen 8 yaşındaki şehit kanının sayesinde burada oturabiliyoruz. Bunu herkes bilecek bilmiyorsa da öğrenecek, öğrenmiyorsa da tepesine vura vura öğretilecek, hiç başka yolu yok. Çünkü bu devlet öyle ayrık otu gibi oradan bitivermiş, çiğne geç değildir, hayır. Kim nereyi yönettiğini bilecek kardeşim. Şu kadar oy aldım, bu kadar bilmem ne yaptım, istersen yüzde bir milyon oy al bazı doğruları çiğneyerek asla bu coğrafyada var olamazsın, olamıyorsun nitekim. Onun için “Yeniden Atatürk Cumhuriyeti” derken biz, Mustafa Kemal Atatürk ve Kemalist devrimcilerin kuruluşunda ortaya koydukları felsefenin yeniden devletin temel bakışı olmasını arzu ettiğimizi söylüyoruz.

Bu bakış ne? Bu bakış sadece 6 ok değil, gerçi o altı oku da yakasında taşıyıp ne işe yaradığının farkında olmayan ne adamlar gördük. Tabiyi ki Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik çok önemlidir. Antiemperyalist olmak önemlidir, tam bağımsızlıkçı olmak -tam bağımsız olmayabilirsiniz-  ama tam bağımsızlıkçı olmak önemlidir. Başka kadının erkekle eşitliği değil, insan olarak eşitliğini içselleştirmiş olmak önemlidir. Cumhuriyet odur çünkü. Az önce Onur başkanım söyledi, yani “Çağdaş uygarlık düzeyini aşmak!” Aşmış, aşmış arkadaşlar. 1934’te kadınlarını seçme seçilme hakkı vermiş, ha kadınlar bunu iyi kullanmış, yanlış kullanmış onu geç… Ne diyor Fidel Castro, “Biz devrimciliği Mustafa Kemal’den öğrendik” diyorlar ki: “Sen de devrim yaptın…”, “Evet bende devrim yaptım doğru, Lenin’de devrim yaptı, Mao’da devrim yaptı, doğru. Ama hiçbirimiz Mustafa Kemal’in yaptığını yapamazdık. O nüfusunun çoğu Müslüman olan ve kadınların nüfustan sayılmadığı bir ülkede kadını aldı milletvekili yaptı. Daha ne yapsın? Tabiyi ki ondan öğrendik.”

Kendisine çağdaş uygarlık düzeyini aşma hedefi koyan Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanlığı döneminde, çağdaş uygarlık düzeyini aştık. İsviçre’den 37 yıl önce kadınına seçme seçilme hakkı verdik.”

ADD Genel Başkanı sayın Bozkurt haritalarla sunumuna devam etti.

“Bakın arkadaşlar, Bu harita Sevr haritası, Bu BOP haritası ve bu da Rudav TV’nin hava durumu haritası. Yani Condoleezza Rice’nin Atina’da NATO toplantısında Tayyip Erdoğan adlı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve adı Hilmi Özkök olan Türkiye Cumhuriyeti Genel Kurmay Başkanının önünde koyup, 22 ülkenin rejimlerini ve sınırlarını değiştireceğiz dediği ve Recep Tayyip Erdoğan’ın dönüşte “Biz BOP’un eş başkanlarından biriyiz” dediği harita bu. Şimdi bu haritada görülebiliyor “Free Kürdistan” Türkiye’nin 23 ilini alıyor. Sevr haritası aynı şey; Fransız nüfus bölgesi, İtalyan nüfus bölgesi, Yunan nüfus bölgesi, İngilizler burada, Ermenistan burada, Türkiye’ye kala kala 200 bin kilometre kare ve sadece Karadeniz’e açılımı olan bir kara parçası var. Burada da egemenlik yok. Şimdi biz bu haritadan geldik. Şimdi 2020 yıllarındayız, yani tam yüz yıl sonra Rudav TV hava durumu haritasına bu. Bakın arkadaşlar! Okuyayım hangi illerimiz var: Erzincan, Erzurum, Iğdır, Ağrı, Elâzığ, Malatya, Tunceli, Gaziantep… tam 23 ilimiz alınmış. Şimdi bu haritayı da akılda tutalım… Bakın buralardan şu Sevr haritasından, o Kemalist devrimle, ulusal bağımsızlık savaşıyla bakın buraya geldik arkadaşlar. Bu da Türkiye Cumhuriyeti haritası. (Türkiye Cumhuriyeti haritası konulacak).

 Az önce Büyükelçim dedi ya Lozan’a laf edenler var. Öyle Allah çarpar falan demeyeceğim, bu millet sizi çarpar. Edebinizi takının, adam gibi konuşun. Sizin o Lozan’da İsmet Paşa’nın sadece ağaran bir saç teli kadar değeriniz yoktur. Kimse edepsizlik etmesin 10 ülke tek tek razı edilerek tam 8 ay uğraşılarak, arada kapitülasyonlar ve Osmanlı borçları nedeniyle 2 ay ara verilerek ve nihayet Mustafa Kemal’in Trakya ve İstanbul üzerine yürüme emri verildikten sonra İngilizlerin tekrar daveti ile başlayan Lozan görüşmeleri. İsmet Paşa öyle diyor: “Döndüğümde beni saçı başı ağarmış, son derece ihtiyarlamış bir adam olarak bulacaksın.” Öyle kolay iş değildir, karşınızda İngiltere, Fransa, İtalya, efendim Yunanistan… Başka Amerika, gözlemci ama orada oturuyor. Onlarla oturup çatır çatır çatır mücadele edeceksiniz. 1500’lerden itibaren hani bize Muhteşem Süleyman olarak gösterilen, hani onun da ne menem bir şey olduğunu dizi yapmasalardı öğrenemeyecektik. Herifin kendi oğlunu boğdurduğunu dizide öğrenip, diziyi de lanetlediler. Ama senin padişahın öyle. Senin padişahın Muhteşem Süleyman’ken Anadolu’da millet buğday sapını kaynatıp çorba diye çocuklarına içiriyordu. Onun çağdaşı: Ben ki Acem’in, Şam’ın… sultanı Sultan Süleyman Han, Sen ki Fransa’nın Francuska dediği ‘Akademi Francuska’ sı halen dünyanın en saygın bilim kuruluşlarından biri. Bizim muhteşem Süleyman’dan kalan iki satır yazı yok. Kanuniymiş, hangi kanun kardeşim, hangi kanun var arkadaşlar ciddi söylüyorum. Onun sadrazamı Hoca Saadettin diye bir herif var tarihte ilk defa Türk milletine ‘Etrak-ı bi idrak”, yani ‘İdraksiz millet, bön millet, ahmak millet’ diyendir. Osmanlı sarayına Türk’ü sokmuyor arkadaşlar. Onun için Mustafa Kemal: “Efendiler ve ey millet” dediği zaman millet kime sesleniyor diye şaşırıyor. İşte bu “Endiler ve ey millet” lafı son derece önemli. Bir konuşmasında da öyle diyor, “Ben efendiler derken hanım ve bey efendileri kastediyorum.” Efendiyi unisex kullanıyor yani. İşte “Yeniden Atatürk Cumhuriyeti” lafını bunun için ediyoruz.

Onur Hocam söyledi 1453’te çağ değişti arkadaşlar, çok büyük bir olay. Fatih Sultan Mehmet genç bir Osmanlı sultanı ama bilimle düşünebilen bir adam. Aylarca Bizans surlarını inceliyor. O surları delecek çaptaki topu nasıl yapabileceğini düşünüyor. Kendi elinde usta olmadığı için Macar usta Urban’ı buluyor ve onunla çalışıyor. Topkapı Sarayında çizimler vardır. Bu çalışmalardan sonra İstanbul’u fethediyor. İpek ve bağlantı yolları Osmanlının eline geçiyor.

Özellikle İspanyol ve Portekiz kraliyet aileleri gemiciliğe ağırlık veriyorlar, büyük gemiler yapılıyor. Hindistan’a gideceğiz diye İspanyollar Latin Amerika’ya çıkıyorlar. Oradan İnka, Astek ve Maya medeniyetlerinin yüzyıllarca biriktirdikleri altınları, değerli kaynakları Avrupa’ya taşıyorlar. Avrupa’nın bu günkü zenginliğinin o yağmaya bağlı olduğunu yazan bazı kaynaklar var. Aynı zamanda 1453’te yani Fatih Sultan Mehmet’in çağ değiştirdiği bir süreçte Avrupa’da Gutenberg diye bir adam matbaayı buluyor.

1517 ‘de Yavuz Sultan Selim Ridaniye’de Halifeliği alıp Şah İsmail’in endişesiyle devleti sunsileştirirken, aynı süreçte Luther diye bir adam (kilise papazı), kilisenin duvarına bir metin asıyor, diyor ki: Papa sizi kandırıyor, cennetin tapularının geçerliliği yok. Şimdi Konakçı diye birtakım adamlar cennete gitmenin yolunu buluyorlar, cennette yanmaz terlik satan heriflerde kızlarına 250 bin dolara saat alması için Fatih Altaylı’yı aracı yapıyorlar. Yani 1517’yi yaşıyor Türkiye.

Yavuz Sultan Selim halifelik alırken, Luther cennet tapularının geçerliliği yok diyordu. Bu gelişmelerle Engizisyon zulmü ortadan kalkınca rönesans, reform, bilimde gelişmeler yaşandı. Dünya çağ atlıyorken Osmanlı akıl ve bilimden uzaklaştığı için çürümesini sürdürüyordu. Taa… 1683 İkinci Viyana’dan 1922 Büyük Taarruza kadar tam 239 yıl tek bir taarruz savaşı yok, tek bir zafer yok. Çanakkale bir savunma zaferidir, Sakarya bir savunma zaferidir, 30 Ağustos bir taarruz zaferidir. Falih Rıfkı Atay 30 Ağustos’u şöyle anlatıyor: “Babıali yokuşunda bir şayia yayıldı Mustafa Kemal bütün karargahıyla esir düşmüş diye. Nasıl bir yıkım içindeyiz. Adaya geçeceğim ada vapurunun en altının en dip köşesine sığındım, gittik adada Rumlar büyük kulübü kapatmışlar, Türkleri kapı dışarı etmişler ve Venizelos’in zaferini kutluyorlar. Sabaha kadar bekledim. Sabah yine vapurun en dip köşesine sığındım, Karaköy’de indim. Bir baktım her tarafta insanlar birbirlerine sarılıyor, öpüyor, neşe içindeler… Yahu bizimkileri evlere mi kapattılar, bu kadar Rum nereden çıktı? Bir haber daha geldi ki meğer bütün karargahıyla esir düşen Tripopis’ miş, yani Yunan başkomutanı. Meğer Mustafa Kemal Paşa İzmir’e yürüyormuş. Mustafa Kemal, Mustafa Kemal kalan bütün ömrüm boyunca sana bugünün şükrünü etmekten başka hiçbir şey yapmayacağım.”

Arkadaşlar bu harita değişti diyoruz ya bunun şuuruna varmak, anlamak lazım. Eğer siz o Atatürk Cumhuriyetine ruh veren felsefeden uzaklaşırsanız ki uzaklaşıldı, eğer siz Lozan’da Lord Curzon’un bana geleceksin tek tek önüne koyacağım dediği o şeyleri önüne koymadan, genç Cumhuriyet 46 ağır sanayi fabrikası kurumuştur. 1923’te kurduğunuz genç Cumhuriyet 1926’da Kayseri uçak fabrikasında uçak üretmeye başladı. 1930’lu yıllarda uçak üretip ihraç edebilen beş ülkeden biri olmayı başardı. Yine 1930’lu yıllarda dünyada kendini doyurmayı başarabilen yedi ülkeden biri olmayı başardık. Tam 17 aşıyı üretip, dünyaya aşı gönderen bir ülke olmayı başardık. İşte bu yüzden Atatürk’ün akıl ve bilim yolunu terk eder, naslarla hurafelerle, doğmalarla devlet yönetmeye kalkarsanız aha sizin Hazine ve Maliye Bakanınız kapı kapı dolaşır, nerden ne para bulacağım diye arar durur. Onun için Atatürk Cumhuriyeti diyoruz.

Az önce sevgili Onur Başkanım Lozan’la ilgili söyledi. 24 Temmuz Lozan’ın yıldönümünde Sevgili GYK üyelerimizle Büyükada’da olacağız ve Lozan’ı kutlayacağız. Lozan önemli, Lozan önemli… Peki Lozan’ı bütünleyen başka ne var Montrö var (1936). Başka ne var? Bakın Hitler Almanya’da iş başına gelmiş (1933), efendim Mussolini İtalya’da iş başında. İspanya’da malum iç savaş, Portekiz’de Salazar… Adamlar Mustafa Kemal demokrasi yapmadı falan filan diyorlar. Onun çağında İspanya’da Franco, İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler, Portekiz’de Salazar, İngiltere’de kral sanki her yer demokrasi kaynıyor da…

Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanya ile imzalanan Versay Anlaşmasının haksız ve adaletsiz olmasından hareketle Almanya’nın mutlaka savaş çıkaracağını görüyor. Bak ne yapıyor arkadaşlar, buraya hepinizin dikkatle bakmanızı rica ediyorum. Bu Mustafa Kemal dehasının ürünüdür. 1934 Balkan Antantı, 1937 Sadabad Paktı. 1925’te Lenin sağ, Türkiye genç Cumhuriyet, Sovyetler Birliği (SSCB) ile de karşılıklı saldırmazlık anlaşması imzalıyor. Yani dünyada herhangi bir ülke SSCB’ye saldırırsa Türkiye de bana saldırmış diyecek, Türkiye’ye saldırırsa SSCB bana saldırmış diyecek. Bakın 1934 Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Türkiye Balkan Antantı; SSCB ile zaten saldırmazlık anlaşması var. 1937’de de savaşın geldiğini görüyor. Afganistan, İran, Irak, Suriye (o zaman Fransız Sömürgesi), Türkiye. Sadabad Paktı imzalanıyor. Arkadaşlar bu harita ne biliyor musunuz? Bu harita Mustafa Kemal’in nasıl bir dahi olduğunun en somut göstergesi.

İkinci Dünya Savaşı 1934 yılının 1 Eylül’ünde patladığı zaman hani hep diyoruz ya İsmet İnönü savaşa sokmayarak yıkımdan kurtardı. İşte bu harita sayesinde savaşa sokmamayı başardı. Yani etrafında kendisiyle savaşacak tek bir ülke yok, kendiyle savaşacak ülke de tam on ülkeyle savaşmak durumunda biri de SSCB’dir. Hadi sıkıyorsa gel de saldır bakalım. İşte deha budur, devlet yönetmek budur.

Devlet yönetmek ciddi iş arkadaşlar. Tarih bilmeden, coğrafya bilmeden, tarihin bütününe sahip olmadan, geçmişteki yaşanmışlıkları bilmeden devlet yönetmeye kalkarsanız tökezlersiniz. Yani bu iş öyle gidip de eşek etinden sucuk yapıp satmaya benzemez kardeşim, tamam mı? Ve bu arada 1936 var. Avrupa savaş sıkıntıları yaşıyor, o arada Mustafa Kemal Ne yapıyor? On ülkeyi bir araya getiriyor Montrö Boğazlar Sözleşmesini yapıyor. Lozan’ı bütünleyen Anadolu ile Trakya’yı birbirine bağlayan anlaşmayı yani, işte deha!

Aradan yüz yıl geçiyor… Ak’ın biri, ‘ak’ derken Türk diline de saygı duyalım arkadaşlar, bak hepinizden rica ediyorum. Bu AKP adlı partiye durmadan Ak parti deyip durmayın. Ak iffetin, namusun, dürüstlüğün, lekelenmemişliğin, temizliğin sözcüğüdür. Ak Parti diye bir parti yok. Adalet ve Kalkınma Partisi AKP diye bir parti var, gırtlağına kadar pisliğe batmış, yolsuzluğa batmış adama ‘ak’ diyerek onu aklamayın lütfen rica ediyorum. Bunu Meclis kürsüsünde de söyledim, burada da söylüyorum. Orada da AKP’lilerin gözüne baka baka söyledim. Kendinize ak diyerek yediğiniz haltları temizleyemezsiniz. Onun için burada merak edip de soruşturma açacak savcı varsa heveslenmesin. Meclis kürsüsünde söylenen laflar dokunulmazlık sınırındadır.

Şimdi arkadaşlar o Montrö’den yüz yıl sonra birileri kalkıp Montrö’yü savundular diye amiral arkadaşlarımızın ki biri bizim sevgili GYK üyemiz Türker Ertürk’tü. Bacaklarına elektronik kelepçe taktılar, unutmayın. Sonra baktılar ki aaa…kazın ayağı öyle değilmiş, çünkü bu arkadaşlar tarih bilmezler. Yani Montrö diye bir televizyon dizisi yapsaydı biri onu da bilirlerdi. Dizisi yapılmayınca nereden bilecek, nerden bilecek; Montrö ne, neden yapılmış? 1936 yılında 1923’deki 10 ülkeyi bir araya getirip o hengamede, günlerce Dolmabahçe’de Deniz Hukuku uzmanlarıyla çalışıp hazırladığınızı onlara kabul ettireceksiniz ve dünyada kıtalar arası su geçişlerinin her iki yakasının da aynı ülkeye ait olduğu tek anlaşmayı imzalatacaksınız. Çanakkale ve İstanbul boğazlarının her iki yakasının da egemenliği Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerindedir. Ne Cebelitarık öyledir ne Pering öyledir, ne Hürmüz Boğazı öyledir…

Onun için biz Yeniden “Atatürk Cumhuriyeti” derken bu bakışla devlet yönetilsin, devleti yönetenler namusla yönetsin istiyoruz. Mustafa Kemal Atatürk ve Kemalist devrimciler taa 1363’ten itibaren yani 1300’ler Osmanlının kuruluşu, 1360’lar Orhan Bey’in zamanında Trakya’ya yani Rumeli’ye geçilmesi, 1363 Sırp Sındığı Savaşı… Oradan bu yana 1921’e kadar 600 yıllık o tarihi çok iyi biliyorlar. Nereden gelmiş, nasıl olmuş, nasıl oluyor da bir Anadolu Selçuklu uç beyliği bir cihan imparatorluğuna dönüşmüş?

1453’te İstanbul’un Fethi ile bir cihan devleti olan imparatorluk, yüz yılda edindiği toprakları 15 günde kaybediyor. Ne zaman biliyor musunuz? 1912 Balkan faciasında. Neden çünkü ordunun içine siyaset sokulmuş kardeşim. Sultanın askerleri, mektepli askerler…

Gülhane Tıp Fakültesi’nin mezuniyet töreni bir camide yapıldı. Benimde ihtisas aldığım Gülhane Tıp Fakültesi mezunlarına o törende İhsan Şenocak ve Nurettin Yıldız gibi iki zırh şeriatçı olan iki adam öğütler vermişler. Oradan buraya geldik işte… Şimdi tekrar söylüyorum içine siyaset sokulmuş bir ordu, parti ordusuna dönüştürülmeye çalışılmış bir ordu asla savaşamaz ve bu coğrafyada arkadaşlar eğer üniter ulus devletiniz yoksa, laik cumhuriyet değilseniz, hele hele milletinin ordusu olmaktan başka hedefi olmayan güçlü bir ordunuz yoksa bütün kalamazsınız kardeşim. Adınız ne olursa olsun ve kim olursanız olun asla bütün kalamazsınız. Onun için buradan başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bütün AKP’lilere, bütün MHP’lilere, bütün diğer partililere ve elbette muhalefet partilerine de sesleniyorum. Bir tane Türkiye var. O Cumhuriyetin kuruluş felsefesine tekrar tekrar dönün bakın. İnanın samimiyetle söylüyorum bunu.

Ben Erdoğan ile Bahçeli’nin yerinde olsam yarın el ele tutuşur Anıtkabir’e gider: Atam biz seni anlayamadık, bizi affet, bizi bağışla derdim. Çünkü arkadaşlar bu yapılmazsa eğer, biz eğer Atatürk’ün akıl ve bilim yoluna dönmezsek, biz yeniden Atatürk Cumhuriyeti olmayı başaramazsak, sonumuz Irak’tır, Afganistan’dır, Suriye’dir, Libya’dır…. Bunun için hayal kurmaya gerek yok. Yugoslavya’yı 6 ayda paramparça ettiler. Irak’ı ne hale getirdiler gördük. Niye yaptılar? Arap Baharı ile demokrasi getiriyoruz dediler, durum ortada. ABD’nin 150 yıldır demokrasi getiriyoruz deyip, kan revan içinde bırakmadığı tek bir coğrafya yok kardeşim. Eğer yüz yıldır Amerika bu ülkeyi kan revan içinde bırakamadıysa onu işte Mustafa Kemal Atatürk ve Kemalist devrimcilerin kurduğu o Atatürk Cumhuriyetine borçluyuz. Ona dört elle sarılmamız lazım, öyle Montrö’den de bir imzayla çıkarız dememek lazım, aman canım iki ayyaşın yaptığı kanun da ne ki dememek lazım. Bunu iyi niyetle söylüyorum. Buradan bir çıkarımda bulunup da yok tehdit etti falan filan demesinler… Gerçi vatanın her yeri birdir korktuğumuz da yok.

Sonuçta ben 1951 doğumluyum, Erdoğan 1954 doğumlu, yani benden üç yaş küçük. Üç yaşlık bir ağabeyi olarak doğru bildiğimi söylüyorum. Böyle yaparsa iyi olur. Yani Mustafa Kemal mezarından çıkıp gönder ulan benim rahibi diyecek değil ya. Çok çok gidip merhaba diyeceksin, atam ben yanlış yaptım, kusura bakma, senin yoluna giriyorum diyeceksin. Valla kıyamete kadar orada otur ama, ama Türkiye’yi terörsüz Türkiye diyerek BOP’un haritasına razı etmeye kalkanı bu millet asla affetmez. Bunu herkes böyle bilsin kardeşim. Bu millet yüz yıl önce Sevr’e razı olmadı yüz yıl sonra bu Sevr taklidi paçavraya asla razı olmaz. Herkes hesabını buna göre yapsın. Bu ülkenin kadını, erkeği, çocuğu yine bir araya geliriz, Samsun’a bir evladımızı çıkarırız, oradan Erzurum, Sivas, Ankara, oradan İnönü, Sakarya, Dumlupınar, oradan İzmir’e kadar gider alayınızı da denize dökeriz, hiç heveslenmeyin. Bu haritayı asla hayata geçiremezsiniz.

Evet, çok teşekkür ediyorum sayın başkanım. Burada bizi dinlemeyi tercih eden sevgili Foçalılara başta hanımefendiler olmak üzere çok teşekkür ediyorum. Bizi Onur Öymen gibi bir siyaset duayeni ile, bir dışişleri diplomatik misyon neoniyle bir araya getirdiği için Ali Altunbaş başkanıma çok teşekkür ediyorum. Huzurlarınızda Onur Öymen büyüğümüze de bilim kurulu üyesi olarak, bize yol gösterdi için, önerimizi kabul ettiği için teşekkür ediyor, bir daha saygıyla önünde eğiliyorum. Hepinize Kemal Ağabi sana da saygılarımı sunuyorum, hepinizi saygı ile selamlıyorum.

***

ÜNTER, ULUS DEVLETTEN, LAİK CUMHURİYETTEN, AKIL VE BİLİMDEN, DİL BİRLİĞİNDEN VAZGEÇERSEK PARÇALANIRIZ

ADD Genel Başkanımız Sayın Mustafa Hüsnü Bozkurt’un üçüncü konferansı 29 Haziran 2025 tarihinde, saat 19.00’da Çeşme Ilıca Taş İskele’de gerçekleşti. 29 Haziran ‘Çeşme Ilıca Ataya Saygı Etkinliğinde neden “Yeniden Atatürk Cumhuriyeti” ve tam bağımsızlık mücadelesi noktasında olduğumuzu anlattı. Yine Emperyalizmin ülkemizi bölme planlarıyla ilgili haritalarla sunum yaptı. Açık havada coşkulu bir kalabalığa seslenen Genel Başkan Bozkurt, kendisinden önce Atatürk’ün Ilıca’ya gelişini anlatan Araştırmacı Yazar Mehmet Çulum’un sunumundan söz ederek konuşmasına başladı.

“Sevgili Mehmet Hoca’nın anlatımından sonra konuşmak zor. 1926 yılı Mustafa Kemal’in yurt gezisi Çeşme ziyaretini çok güzel anlattılar.

Son dört yıl içerisinde Çeşme’ye 6-7. gelişimiz. Efendim Çeşmelileri Genel Yönetim Kurulu olarak selamlıyoruz. Hepimiz hepinizi saygıyla selamlıyoruz. Ülkemiz yüz yıldır batı emperyalizmi tarafından hedef alınmış bir ülke. Yüz yıl önce İngiltere, şimdi Amerika!

Geçende Erdoğan dedi ya ‘Says Picot’ işte o anlaşma yüz küsür yıl önce masa üzerinde cetvelle çizilmiş bir paylaşım anlaşmasıdır. Arkasından Birinci Dünya Savaşı sonrası uygulanamayan ‘Sevr Anlaşması.’ Büyük Atatürk’ün 18 arkadaşıyla yola çıkıp, 9 Eylül’de İzmir’den Yunanı denize döktüğü ve Sevr’in yerine 24 Haziran 1923’de Lozan’ı koyan dünyada bir tek Atatürk’tür başkası yok. Çünkü Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan ve uygulanmayan tek anlaşma Sevr anlaşmasıdır. İngiliz Başbakanı Lord George’nin planımızı bozduğu dediği kişidir Mustafa Kemal.

Dünyada 200’ün üzerinde devlet var. Bunların 150’den çoğunun adı Cumhuriyet’tir ama anti emperyalist mücadele ile kurulmuş tek Cumhuriyet bizim Cumhuriyetimizdir.

Yüz yıl önce Sevr ile bölemediler, şimdi BOP ile yani 21.yüzyılın Sevr’i ile bölmeye çalışıyorlar. 2003 yılından itibaren yaşananlara bakın arkadaşlar. Irak’a, Lübnan’a, Somali’ye, Mısır’a, Suriye’ye bakın. Amaç ‘Free Kürdistan’dır. BOP ile 23 ilimiz hedeflenmiştir.

Biz bu emperyalist planlara karşı “Yeniden Atatürk Cumhuriyeti” diyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürk Cumhuriyeti olmasını istiyoruz. 1930’larda uçak üretip satan ülkeydik, silahtan petrokimya ya, lokomotiften uçağı 46 ağır sanayi fabrikamız vardı. Kendi ilacını, aşısını, buğdayını üreten, çocuk ölümlerini azaltan bir ülkeydik. Refik Saydam Enstitüsünün ürettiği aşılarla salgınları engellemiştik.

1946’da Demokrat Partiyi kuran Celal Bayar, Adnan Menderes öncesinde CHP milletvekilleri idiler. 1950’de iktidara geldiler. İlk yaptıkları şey ezanı Arapçaya dönüştürmek oldu. Arkasından her mahallede bir zengin türedi. Kayseri uçak fabrikası kapatıldı. Türkiye Cumhuriyeti Kemalist politikalardan saptı, yobazlığa kaydı.

1960 ihtilali kısa sürede devşirildi. Demirel geldi. En çok İmam-Hatip’i ben açtım dedi. Türkiye o dönemde ciddi anlamda sanayii üretimlerinden çekildi. 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbeleriyle 1961 Anayasası ikliminden Türkiye uzaklaştırıldı. Bir milyon insanın hapsedildiği 600’den fazla insanın hayatını kaybettiği 1980 darbesine geldik. 1983 itibariyle küreselleşme adıyla Cumhuriyetin değerleri haraç mezat satıldı. Ekonomik krizler geldi. Arkasından BOP’un hayata geçeceği dönem başladı. 1 Mart 2003’de az daha teskere geçiyordu.

Dünyada kendini doyuran yedi ülkeden biriydik, artık öyle değil. Hiçbir temel gıda ürünü artık yetecek kadar ülkemizde yetiştirilmiyor. Konya Ovasının buğdayı 8,5 milyon tona kadar düştü. Buğday ihraç eden bir ülke iken şimdi ithal eden bir ülke durumuna geldik. Yunanistan’dan pirinç alıyoruz. İnanın silahını, ilacını, demirini, çeliğini, tekno kimyasını, kağıdını hepsini hepsini dışardan alıyoruz. Vaktiyle Çin’e bir milyon doz aşı hediye eden ülke pandemi döneminde Çin’in kapısında aşı için kuyruğa girdi.

Terörsüz Türkiye adıyla yeni bir devlet tanımı yapılmaya çalışılıyor. Bu topraklarda bir bütün olmalıyız. Çeşmenin güzellikleriyle, tarımıyla, hayvancılığıyla, turizmi ile ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olmamız gerekiyor. “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”  ve “Yeniden Atatürk Cumhuriyeti”

Genç bir nüfusumuz var. Gençlerimiz yurt dışına gidebilmek için çabalayıp duruyor. Çünkü dinselleşen eğitimle köleleşiyorlar. İmkanı olanlar özel okullara gidebiliyor, imkanı olmayanların durumu felakettir.

Ancak bu milletten umut kesilmez. Yüz yıl önce Mustafa Kemal’e inanan bu millet elbette buradan da çıkacaktır. Ancak durum çok vahimdir. Kurucu unsur denilen bir zat yeni bir devlet için federasyon mutlak zorunluluktur diyor.

Üniter ulus devletten, laik Cumhuriyetten, akıl ve bilimden, dil birliğinden vaz geçilmesinden söz ediliyor. Türkçe’nin eğitim dili olmasından vaz geçilmesinden söz ediliyor. Bunları yaparsanız milleti parçalarsınız. Hatırlayalım 6 ayda batı emperyalizmi Yugoslavya’yı paramparça etti. Srebrenitsa katliamında Sırplar 200 bin Müslüman kadın kızın ırzına geçti.

Emperyalizm ve Faşizm ile uzlaşma olmaz onlarla mücadele edilir. Mustafa Kemal aklını devreye sokamazsanız onların zindanında sürünürsünüz.

Yeniden Atatürk Cumhuriyeti devleti namusla yönetmektir. Atatürk ve Kemalistler bir hamur kardılar ve o hamurun içine bir maya kattılar, o mayanın adı namustur.

Şimdi Atatürk döneminde yaşanmış bir olaydan bahsedeceğim. Maraş Milletvekili Mithat Alan, Kılıç Ali’nin eniştesidir. Onun ihalelerde yurt dışı firmalarının işlemlerini takip ettiği, karşılığında komisyon aldığı öğrenilir. Atatürk, Kılıç Ali’nin bu iş ile bir bağlantısı olup olmadığını sorar. Bir akşam Kılıç Ali de varken Atatürk Kılıç Ali ve yanında bulunanlara “Hadi gidelim Mithat Alan’ın bir kahvesini içelim” der. Bunun üzerine Kılıç Ali: “Aman efendim habersiz olur mu hiç kardeşimi arayayım.” der. Mustafa Kemal: “Hayır” deyince çıkarlar. Mithat Alan’ın evi Keçiören ‘dedir. Mustafa Kemal bırakın kahve içmeyi orada bir bardak su bile içmez. Mithat Bey’e sorar: “Ne iş yaparsın sen?” Mithat Bey: “Ufak tefek komisyon işleri”, “Nasıl?” diye sorar. Mithat Bey: “Efendim bir iki firmanın işlerini takip ediyorum” cevabını verir. Atatürk: “Kim bu firmalar?”, “Efendim Çekoslovak, Fransız firmalar”, “Öyle mi?” der ve Kılıç Ali’ye döner: “Benimle gel.” Kılıç Ali’ye: “Bu enişten olacak adama söyle yarın derhal istifasını verecek, bir daha Ankara’ya gelmeyecek, biz bu vatanı enişten ihalelerden komisyon alsın diye kurtarmadık.” dedikten sonra Savunma Bakanına da belirtilen o iki firmanın ihalelere girmesini yasaklamasını söyler.

İşte namusla yönetmek arkadaşlar. Göreve kendi bakanlığına deterjan satanları getirirseniz, evlatlarınız gemiciliklerle para kazanırken, vatan evlatları çareyi yurt dışına çıkmakta ararsa…

Getir rahibi dediklerinde: “Bu can bu bedende olduktan sonra vermem,” deyip sonra verirsen… Devleti yöneten adamın sırtında kamburu olmayacak. Biz bağımsızlık savaşını güçlü olduğumuz için kazanmadık, namuslu olduğumuz için kazandık. Hak batılı geçer. Yeniden Atatürk Cumhuriyeti, yeniden bağımsızlık, yeniden Kemalizm gerekir. Tarih o kadar da tekerrür etmez. İnönü, Atatürk gibisi bin yılda bir gelir. Biz ancak onların yaptıklarının takibiyle mesulüz.”

Dedikten sonra haritalar üzerinden sunumunu sürdürür. Devamında:

“Batı emperyalizminin amacı BOP’u gerçekleştirmektir. Bakın Paul Henze Amerika Dışişleri Bakanlığına bir rapor veriyor.  Raporunda: “Türkiye’de ki yönetimin bugünkü haliyle Amerika ekonomisine hizmet etmesinin mümkün olmadığını yazıyor.”

Tehlike büyük, hafife alınacak şey değil. Bebek katili kurucu önderliğe terfi ettirilmiştir. Silivri’den yer beğenilmesi tehditleri savruluyor. Ben ADD Genel Başkanı olarak hep onu söylüyorum. Tehlikeye dikkat çekmeliyiz. Dokumuzu kaybedersek sonumuz Irak’tır, Afganistan’dır, Libya’dır. Herkes hesabını ona göre yapsın. Türk milletini başka milletlere benzetmesinler. Yüz yıl önce Sevr’i nasıl gömdüysek BOP’u da öyle gömeriz. Öyle diyor Büyük Atatürk: ”Ey Türk Gençliği!”

ADD Genel Başkanı Gençliğe Hitabe’yi okumaya başladı. Konferansa katılanlar ona katıldılar. Hep bir ağızdan gençliğe hitabe coşkulu bir biçimde okundu. ADD Genel Başkanı Hüsnü Bozkurt’un teşekkürleriyle konferans sona erdi.

Haber Metni: ADD Genel Başkan Yardımcısı Hatice Şap

Scroll to Top