“At Kız” olmak… “Güneş Umuttan Şimdi Doğar” diyerek yaşamak ve insanı, vatanı
koşulsuz sevmek… Hayatı, Türkan Saylan’ın yüreğiyle, gözleriyle okumak demektir.
Yaşamının son günlerine dek kendisini insanlığa adamış örnek bir Cumhuriyet kadını
olan Türkan Saylan’ın aramızdan ayrılışının 6. yıldönümünde içimizde bambaşka bir üzüntü
taşıyoruz. O’na yaşatılan haksızlıklar, atılmak istenen iftiralar, ardından karanlığın çığlığı gibi
korkunç üsluplarla yazılan yazılar tarihimizde bir kara leke olarak kalacaktır.
Oysa Ağrı’nın Yukarı Yoldüzü köyünde yaşayan 13 yaşındaki bir kız çocuğunun el
yazısıyla yazdığı mektubun aslının Ergenekon operasyonları kapsamında Saylan’ın evinin
aranması sırasında el konulan dökümanlar içinde yer aldığını o günlerde yayınlanan
haberlerde öğrenmiştik. Ne yazmıştı ki 13 yaşındaki bir kız çocuğu o mektupta? Neydi
Ergenekon için önemi? Nasıl bir bakışın, nasıl bir vicdanın hamlesiydi o arayışlar?
Bu soruların yanıtı bir operasyon öyküsünde değil, karanlık zihniyetlerin
derinliklerindeydi aslında. Bu zihniyetlerin en büyük korkusu daima bilen, sorgulayan,
eleştiren ve düşünen çağdaşlık yolunda iz süren insan olmuştur. Yani korkulan bilimdir,
Türkan Saylan’ın yanından ayırmadığı belki içtenliğiyle, belki dokunuşuyla etkilediği
12 Ağustos 2008 tarihli o mektupta küçük kız çocuğunun cehaletten ve bağnazlıktan
kurtarılmayı bekleyişi ve haykırışı vardı sadece. Eğitim için, meslek sahibi olmak için, küçük
gelin olmamak için yardım istiyordu. Şükran Pakkan’ın Milliyet Gazetesi’nde 2009 yılında
paylaştığı o mektubu birlikte tekrar okuyalım, anımsayalım ve düşünelim:
“Bir dağ köyünde 13–14 yaşlarında 3,5 milyara satılacağımı
beklerken Ozanlar (köyü) YİBO’nun (Yatılı Bölge İlköğretim Okulu)
değerli müdürü bizim köye gelerek babamı okumam için ikna
etti. Babam ‘evet’ dedi ama diplomamı alana kadar okumamı
istemedi. Ama ne yazık ki beni berdel olarak diplomadan sonra
verecekler. Bense okumayı çok seviyordum. Ama ne yazık ki okuma
hayallerim, umutlarım tükendi gitti. Ozanlar YİBO’nun müdürü bize
sizin derneğin adını söyledi. Benim kadar arkadaşlarım da
sevindi. Biz yedi kardeşiz. Babam yaşlı olduğu için bize
bakamıyor. Hepimizi berdel olarak vermeyi düşünüyor. Babamın aylık
geliri 100 milyon (100 lira). Bu yüz milyonu insanlar bir günde
harcarken, biz bir ayda harcıyoruz. Üstümüze kışın giyecek bir
montumuz yok. İnsanların verdiği eski elbiselerle geçiniyoruz.
Okula giderken cebimize koyacak beş kuruş yok. Herkes benimle alay
ediyorken ben de aldırmadan gecemi gündüzüme katarak çalışarak
harcıyorum. Ne olursunuz bizi okutun. Bizim okumamız size bağlı.
Belki bu destekle babalarımız bizi okutacak bu desteği
gerçekleştirdiğiniz için teşekkür ederim.”
Türkan Saylan’ın ömrü boyunca mücadele ettiği iki hastalık vardı. Bunlar: Lepra yani
Cüzam ve Cehalet(!)… Evet, ikisi de hastalıktır. Ancak her yara, her cerahat dokunursanız,
fark ederseniz ve kurtarmak için mücadele ederseniz iyileşebilir. O da öyle yaptı.
Ötekileştirilmiş, dokunulması tehlikeli bulunmuş, yok sayılmış bu iki hastalığı da yenmenin
mümkün olacağına inanarak çalıştı.
Yıllarca cüzamın ötekileştirdiği, umutsuz kıldığı hastalara dokunarak, umutla, sevgiyle
ve en önemlisi bilimle derman oldu. Çalışmalarıyla tıp literatüründe ‘Türkan Saylan’ ismi
ölümsüzleşti. O’nun mücadelesiyle cüzamlı hastalar, ‘Tanrı tarafından cezalandırılmış, çaresiz
günahkârlar’ olmadıklarını ve bilimin ışığında iyileşebileceklerini öğrendiler. Yıllar içerisinde
iyileşen hastalarının aileleri ile birlikte sayıları milyonlarla ifade edilmekteydi. Onların
gönüllerinde çok sevgili “Türkan Hoca”ları olarak taht kurdu.
Cehaletin de bir hastalık olduğuna inanıyordu. Cehalet ki; çaresizlikten, ilgisizlikten
ve ataerkil yapının tahakkümünden beslenen bağnaz düşüncenin en önemli sermayesiydi. Ve
bu hastalığın pençesine yüzyıllardır ilk teslim edilenler kadınlar olmuştu; Elbette bir tesadüf
değildi. Çünkü kadının cehaleti demek, karanlığın, sapkınlığın, baskının ve bağnazlığın
nesillerce sürecek özgürlüğü anlamına gelmekteydi. O halde, özellikle çocuk yaşlardan
itibaren yok sayılan, eğitilmesi, meslek sahibi olması gereksiz görülen, evlilik kisvesi altında
satılan, takas edilen küçük kızların kaderi olmamalıydı cehalet…
Bir şeyler yapmak gerekliydi… Cehalet belasından kurtulmak için çağdaş yaşamın
herkes için hak olduğunu, güneşin umuttan doğacağını anlatmak, öğretmek şarttı.
Arkadaşlarıyla birlikte Türkan Saylan, yaşamı boyunca hiç bitmeyen enerjisi, insan sevgisi ve
mücadele ruhuyla Anadolu’nun her köşesinde tarlalarda, evlerde umutla yüzünü güneşe
dönmüş, gözleri ışığı arayan “Kardelen”lere ve cehalete esir analara, babalara ulaştı.
Türkan Saylan, temel eğitim alma hakkını dahi kullanamamış veya okul hayatına
devam etme hayalleri ellerinden alınmış nice kız çocuğunun yeniden okullara dönmesini,
eğitimleri süresince burslarla ve sundukları çeşitli imkânlarla meslek sahibi olmasını sağlayan
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni 1989 yılında, “Atatürk İlke ve Devrimlerini korumak,
geliştirmek; çağdaş eğitim yoluyla çağdaş insan ve çağdaş topluma ulaşmak” amacıyla
kurarak ömrü boyunca cehaletle mücadele vermiştir. Bugün her meslekte, her sektörde
karşılaşabileceğiniz kardelenlerin “Türkan Annesi” olmuştur.
Dil, din, ırk ayrımı yapmaksızın insanları eşit haklardan yararlanması için mücadele
vermiş ve birçok alanda çalışmalar yapmış olan Türkan Saylan, 2003–2004 yılları arasında
Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu Danışma Üyeliği görevinde de bulunmuştur.
İnsanlığa, vatana, bilime bu denli faydalı olan Profesör Doktor Türkan Saylan’ın
ömrünün son yıllarında Ergenekon soruşturmalarına dahil edilmiş olması tarihimizde büyük
bir utançtır. Mutluluğumuz ve umudumuz ise; yiğit bir çağdaşlık savaşçısı olan Saylan’ın
cehalete, insan eşitsizliğine, bağnazlığa karşı olarak “ne darbe, ne şeriat” diyerek açtığı savaş,
Cumhuriyet değerleriyle laikliğe verdiği önem ve ardında bıraktığı binlerce hastası, binlerce
kardeleni, milyonlarca çağdaş yaşam sevdalısı insanın “güneş umuttan şimdi doğar” diyerek
mücadeleye devam etmekte olmasıdır.
Son yıllarında hak ettiği huzur ve güveni yaşatamamış olsak da Türkan Saylan,
çağdaşlık yolunda, bilimin ışığı ve bitmez sevgisiyle bizleri daima aydınlatacaktır.
2009 yılı Mayıs ayında Prof. Dr. T. Ayhan Çıkın’ın Türkan Saylan için yazdığı ve
bugün Muğla’nın Milas ilçesinde “Prof. Dr. Türkan Saylan Parkı” içerisinde bir kaide
üzerinde yer alan “At Kız” isimli şiirle yazımızı sonlandırırken, dizelerde hayat bulan
duyguların sonsuzluğunda Saylan’ı bir kez daha saygıyla anıyoruz:
“AT KIZ / Çık tarihin girdaplarından/ Kucaklaş Anadolu’yla geçmişten geleceğe/
Sarsın her yanını bilgelik düşleri/ En ücra yerlerinden öp leprayı/Uyandır yoksulluğu kuş
seslerinde/ Duymazlara, aymazlara At Kız/ Birden takılıp kalma Ergenekon’a/Geçmişten
gelen sestir o/Savur saçlarını karanlıklara/Kucaklaşsın taze kızlar bilimle/Yoğur düşlerini/
Duymazlara, aymazlara At Kız/ Dolaş Anayurdunu/Selamlaş uygarlıklarıyla insanlığın/Gir
Anadolu’nun en yoksul koynuna/ Çık dağlara, gez tarihin izleğinde/Sevişsin çıplak ayakların
çorak toprakla/Yıka yüreğini kızların ortaçağ bakışlarında/Karıştır acılara, Bacılara At Kız/
Geceleri yurdumun geçmişini çağır odana/ “Kardelenler çığlık çığlığa, yaşamla
randevulaşsınlar/ Aydınlanmanın ilk basamaklarında /Bir ışık da onlar yaksın/ Gözlerindeki
parıltıları/Görmezlere Bulmazlara At Kız/ Aç göğsünü Anadolu’nun acılarına/ Tut ellerinden
üşümesin Kardelenler/ Çık gel en beklenmedik anlarda/ Çağır uykularında çılgın Kybele’yi/
Yakala saçlarından bilgisizliği/ Anlat, aydınlat/At Kız.”
Elif Kara
ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi