17.05.2025
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL BAŞKANI HÜSNÜ BOZKURT’UN BURSA İNEGÖL KONFERANSI
106 yıl önce dün, İzmir’in işgalinin ertesi günü, 16 Mayıs’ta 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa Bandırma Vapuru ile yola çıkmıştı. Saray Hükümeti’nin kendisine verdiği görev, İngilizlerin Karadeniz bölgesinde Rum ahaliye zulmettiklerini öne sürerek şikayetçi oldukları Türk direniş hareketlerini, Reddi İlhak ve Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerini dağıtmak, Rumların güvenliğini ve silahların müttefiklere teslimini sağlamak. Aksi halde İngilizlerin bu bölgeyi de işgal edecekleri kendisine anlatıldı.
Mustafa Kemal sessizce dinledi, yorum yapmadı. Ancak görev emrine Karadeniz’den güneye ve Erzurum’a bütün komutan, mutasarrıf ve valilere emir verebilme yetkisini ekletmeyi de ihmal etmedi. 14 Mayıs 1919 akşamı Sadrazam Damat Ferit’in Konağına yemeğe davet edildi. Orada da benzer konular konuşuldu. Hatta Damat Ferit bu kadar geniş yetkiye neden gerek duyulduğunu bile sorguladı. Paşa uygun yanıtlarla geçiştirdi.
Sadrazam konağından Genel Kurmay Başkanı Cevat (Çobanlı) Paşa ile çıktılar. Nişantaşı’ndan Teşvikiye’ye doğru yürürlerken Cevat Paşa sordu:
– Bir şey mi yapacaksın Kemal.
– Evet Paşam bir şey yapacağım, çünkü bir şey yapmak gerekiyor ve ben yapmazsam kimse yapmayacak.
– İnşallah muvaffak olursun.
– Mutlaka muvaffak olacağız Paşam…
Milletine inancı ve kendine güveni ile bu cevabı veren Mustafa Kemal Paşa 106 yıl önce bugün bu konuşmayı yaptığımız şu saatlerde Karadeniz’de seyir halindeydi. İki gün sonra, 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun Limanında Anadolu’ya ayak bastı. Samsun’dan Havza, Amasya, Erzurum, Sivas, Ankara; oradan I. İnönü, II. İnönü, Kütahya-Eskişehir, 13 Eylül 1921 Sakarya, 26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz, 30 Ağustos 1922 Dumlupınar, 9 Eylül 1922 İzmir, 11 Ekim 1922 Mudanya, 24 Temmuz 1923 Lozan, 6 Ekim 1923 İstanbul ve 29 Ekim 1923 Ankara… Bir vatan kurtardı, bir Cumhuriyet kurdu, bir tebaya millet olduğunu öğretti.
Millî Mücadele öncesi, bugün birilerinin referans aldığını söylediği Lozan öncesi yani, Osmanlı’nın kabul ettiği ‘Sevr Anlaşması’ ile Anadolu paramparçaydı. Emperyalistlerin bölüşümünde Batı Anadolu, yani İzmir ve Ege bölgesi ile Trakya Yunan’a bırakılmıştı. Antalya’dan Konya’ya kadar bütün Kilikya bölgesi İtalyanlara, Antep, Urfa, Maraş dahil Güneydoğu Anadolu bölgesi Fransızlara, Kars, Ardahan ve Erzurum’un Pasinler’ine kadar olan bölge Ermenistan’a verilmişti. Pontus’un ayrı bir devlet olması isteniyordu. Doğu Karadeniz’de Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Artvin’e kadar Pontus diye görülüyordu.
Anadolu’nun her yerinde İngiliz hakimiyeti vardı. Padişah tahtında oturacak, ama İstanbul İngilizlerin başkanlığında bir uluslararası konsorsiyum tarafından yönetilecekti. Türklere ise, sadece Karadeniz’e kısmi açılımı olan, Ege’ye, Akdeniz’e ve Marmara’ya sahili bulunmayan, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne, Doğu Anadolu’ya, Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerine ulaşımı olmayan Kayseri, Konya, Sivas ve civarından ibaret 150-200 bin kilometre karelik bir toprak parçası bırakılmıştı. Ancak bir şartla! 433 maddeden oluşan Sevr Anlaşmasına tam uyulması koşuluyla. Eğer anlaşma maddelerine uyulmaz ya da işgalciler kendilerine yönelik tehdit görürler, güvenliklerini tehlikede hissederse oraları da işgal edebileceklerdi. Yani bırakılan topraklarda da Türk egemenliği söz konusu değildi
Mustafa Kemal Samsun’a çıkıp mücadeleyi başlatmasaydı bugün bu toplantıda bulunan herkes, hepimiz, İstanbul’a, İzmir’e, Mersin’e, Antalya’ya, Adana’ya, Urfa’ya, Maraş’a, Antep’e Hakkari’ye, Van’a, Kars’a, Ardahan’a, Adapazarı’na, Kocaeli’ne, Uşak’a, Kütahya’ya, Edirne’ye, Tekirdağ’a, Kırklareli’yle pasaportla gidecektik. Gidebilirsek tabii, vize verilirse! Nitekim Mustafa Kemal Paşa da İngiliz işgal komutanlığının vizesi ile çıkabilmişti İstanbul’dan. Kağızman’a nar ısmarlayamayacaktık yani. Çay, fındık, incir, üzüm, pamuk, tütün, çeltik bizim ürünlerimiz diyemeyecektik yani… Hoş artık çoğunu ithal ediyoruz ya neyse…
Millî Mücadeledir ki, Türkiye’nin o günkü 11-12 milyonluk nüfusuna, önce kazanmayı, sonra devlet olmayı, sonra da millet olmayı öğretti.
Arkadaşlar son derece önemli bir süreçtir bu, iyi bilinmelidir.
İnsan toplulukları aşiretler, kabileler, klanlar halinde yaşadılar yüzyıllarca. Soy bağı, kan bağı, güç üstünlüğü, kaba kuvvet belirledi yönetim erkini kimin kullanacağını. Yüzyıllar içinde kabileler uluslaştı, yönetimler devletleşti, ardından ulus devletler ortaya çıktı.
Dünyada bunlar olurken Padişah Vahdettin ne diyordu:
“Bir millet var koyun sürüsü. O sürüye bir çoban lazım. O da benim.”
Milleti koyun sürüsü olarak gören bu anlayış; Türk’ü 600 yıl sarayına sokmamış, etrak-ı bi idrak (anlayışsız millet) demiş aşağılamış, konuştuğu dilin alfabesinden yoksun ve cahil bırakmış, cepheden cepheye sürüp savaşlarda kırmış ne ticaret ne esnaflık yaptırdığı bu toprağın insanını yoksul, sefil kaderine terk etmiş. Ama Çanakkale’den Sarıkamış’a, Kanal’dan Galiçya’ya cepheden cepheye koşturduğu da hep onlar olmuş.
1683 2. Viyana bozgunu ve 1699 Karlofça’dan itibaren yenilgileri aralıksız devam etmiş Osmanlı’nı; 1711 Prut Savaşı demiş yenilmiş, 1718 Pasarofça demiş yenilmiş, 1774 Küçük Kaynarca demiş yenilmiş, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 harbi) demiş yenilmiş, 1911 Trablusgarp demiş yenilmiş, 1912 Balkan Savaşında perişan olmuş, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı’nda tükenmiş ve nihayet 30 Ekim 1918 Mondros’la ömrünü tamamlamış.
Oysa 15. yüzyıl ortasından 16. yüzyıl ortalarına kadar dünyanın 4 büyük gücünden biri ve en avantajlısı idi Osmanlı İmparatorluğu. Ancak bu büyük güç aklı özgürleştiremediği, bilimsel gelişime sırtını döndüğü için çağından koptu, içine kapandı, gün be gün gerileye gerileye eridi. Sonunda o 3 kıtada 10 milyon kilometre kareye hükmeden imparatorluktan geriye yanmış yıkılmış Anadolu’nun ortasında 150-200 bin kilometrekarelik, tek bir fabrika bacası tütmeyen, doğru dürüst okulu olmayan, okuma yazma oranı erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4, ortalama yüzde 3,5 olan, yolu, limanı, suyu, madeni, tuzu bile kendisine ait olmayan, tam bir yokluk, yoksulluk ülkesi, tam bir cehalet toplumu kaldı.
Atatürk ve Kemalist Devrimciler o enkazdan adeta mucize gibi laik ve demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni ve o cehalet toplumuna aydınlanma devrimleri ile çağ atlatıp dünya milletler ailesinin onurlu üyesi Türk Milleti’ni ortaya çıkardılar. Kurdukları devleti namusla, akıl ve bilimle, liyakatle yönettiler. Halkı eğittiler, dünya çapında bilim, sanat insanları yetiştirdiler. “Her fabrika bir kaledir” dediler 46 fabrika kurdular. Ülkelerini uçak üretip ihraç eden 5, kendini doyuran 7 ülkeden biri yaptılar.
Şimdi bunları neden anlatıyorum? Çünkü, üç gün önce hain terör örgütü PKK, Bahçeli-Erdoğan çağrısı ve terörist başı talimatı ile 12. Kongresini topladı. Kongre sonunda bir bildiri yayınlandı. Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler bu bildiri ile “milletimiz kazanacak memleketimiz kazanacak” diyorlar. “Barış geliyor” diyorlar. “En kötü barış en iyi savaştan iyidir” diyorlar. “Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz” gibi süslü laflar ediyorlar ve ekliyorlar “Analar ağlamayacak”…
Elbette analar ağlamasın, kim ister? Ama ne pahasına? Ama neden ağladı analar? Kimler neden oldu ağlamasına anaların?
Bildiri 12 sayfa. 12. Kongreye 12 sayfa bildiri… Tam da Millî Mücadele’ye başladığımız günlerin yıldönümüne denk gelmiş. Tesadüf işte!!!
Arkadaşlar Millî Mücadele’yi Anadolu insanı kadınıyla erkeğiyle, çocuğuyla kazandı. O gerçekten “haklı ve meşru” mücadele, Kastamonulu Şerife Bacı ile, Gördesli Makbule ile, Emir Ali Ayşe ile, Kara Fatma ile Mustafa Kemal’in ordusunun kağnı taburlarını yöneten, silah ve cephanesini taşıyan kahraman Türk kadınlarıyla, 8 yaşında Dumlupınar’da şehit düşen Konya Bozkırlı Ömer oğlu Hüsnü ile, 11 yaşında Abdullah ve daha nice şehitlerin kanları canlarıyla kazanıldı. Aynı savaşta 8 ve 45 yaşında şehidi olan dünyanın tek milletidir Türk Milleti. 8 ve 45 yaş dede-torun demektir, o yılların evlilik yaşlarına bakılacak olursa.
Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu halkı 600 yıllık Osmanlı hanedanının halife padişahını değil, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa’yı dinlemiş, onunla birlikte savaşmış; Doğuda Rusları ve Ermenileri, Kuzeydoğuda Pontus çetelerini, Güneydoğu’da Fransızları, Güneybatı ‘da İtalyanları, Anadolu’nun her yerinde İngilizleri ve nihayetinde emperyalizmin maşası Megalo İdea hayalperesti Yunanı, yani yedi düveli dize getirmiş.
Yedi düvel öyle ezbere söylenmiş değil arkadaşlar, sayarsanız; Pontus, Ermeni, Rus, Fransız, İtalyan, İngiliz ve Yunan!
Mustafa Kemal ve arkadaşları bu dünyanın en haklı, en ahlaklı, en namuslu savaşını boyunlarında hain Vahdettin’in idam fermanlarıyla kazandılar. Mustafa Kemal ve arkadaşları emperyalistleri ve işbirlikçilerini yendiler, denize döktüler. İngiltere ve Yunanistan’da hükümetler devrildi.
Bu süreçte Birinci Meclis tam dört kez Sevr ve versiyonları olarak sunulan barış anlaşmalarını reddetmiş, Sevr’i imzalayanlarla kabul edenleri de vatan haini ilan etmiştir. Neden? Çünkü sevgili arkadaşlar barış, onurlu ve hakkaniyetli olduğu zaman barıştır. Onursuz bir barış, barış değil teslimiyettir. Milleti aşağılayan barış, barış değil utançtır, züldür, zillettir.
Öte yandan, barış anlaşmaları, devletler arası savaşların sonunda imzalanan anlaşmalardır. Örneğin birinci Dünya Savaşı sonunda Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı yenildiler, ateşkes anlaşmaları (mütareke) ile yenildiklerini kabul ettiler ve galip devletlerin dayattığı barış anlaşmalarını imzaladılar. Almanlarla ‘Versay Barış Anlaşması’ Avusturya-Macaristan ile ‘Saint-Germain Barış Antlaşması’ Bulgaristan ile ‘Neuilly Barış Antlaşması’ ve Osmanlı ile de ‘Sevr Barış Anlaşması’… Bunların hepsi barış anlaşmasıdır ve uygulanamayan sadece Sevr’dir. Çünkü Türk Milleti bu onursuz barışı kabul etmemiştir.
Şimdi Türkiye’yi yönetenler bize “barış gelecek” diyorlar. Sormak istiyorum ne zaman savaşa girdik biz? Savaş iki devlet arasında olur, hangi devletle savaştık biz? Öyle bir savaş yok ki, barışı olsun. Biz kendi vatandaşımız olan bir terör örgütünün hain kalkışmasıyla boğuştuk, boğuşuyoruz. 1984 Eruh katliamından itibaren 41 yıldır kadın, erkek, çocuk, bebek, öğretmen, öğrenci, hemşire, doktor, hastabakıcı, teknisyen, isçi köylü 50 bine yakın insanımızı katleden, 1 trilyon dolardan fazla milli servetimizin heba olmasına neden olan bir terör örgütüyle mücadele ediyoruz. Hani şu, 2002’de AKP iktidara geldiğinde kımıldayamaz hale getirilmiş, bir ara teröristlerinin sayıları verilip ayakkabı numaralarına kadar bilindiği söylenmiş terör örgütü ile…
İşte bu hain terör örgütü, efendisi ABD güdümünde 12. Kongresini yapmış ve bir bildiri yayınlamış.
Bildiride bakın ne diyor?
“Partimiz PKK kaynağını Lozan Barış Anlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıkmıştır.”
Demek ki neymiş? Kürtlere inkâr ve imha siyaseti uygulanmış. Kim uygulamış? Türkiye Cumhuriyeti. O zaman Turgut Özal nasıl Cumhurbaşkanı oldu? Hikmet Çetin nasıl TBMM başkanı oldu. Onlarca Kürt kökenli vatandaşımız nasıl bakan, milletvekili, amir, memur oldular bu ülkede? Başka… Alanya’dan Ayvalık körfezine, Kuzey Ege’ye kadar sahillerimizdeki yüzlerce kafelerin, restoranların, beachlerin sahiplerinin, işletenlerinin, tedarikçi ve çalışanlarının kimler olduğunu sordu mu hiç Türk milleti, hiç merak etti mi, hiç aklına düşürdü mü böyle bir soruyu? Kimler işletiyor bu kafeleri, restoranları bir bakın?
Başka…yaptıkları terör değil, “haklı ve meşru” bir savaş, kendileri terörist değil gerilla, örgütleri de terör örgütü değil “Özgürlük Hareketi “ imiş. Meşru ve haklı bir mücadele yürütmüşlermiş… “PKK katı Kürt inkarının, buna dayalı imha siyasetinin, soykırım ve asimilasyon politikalarının egemen olduğu koşullarda doğmuş.” Böyle diyor “Barış” bildirisi, duyan, okuyan var mı?
Yani arkadaşlar bu ifadelere bakıldığında hepimiz soykırımcıyız. Bu bildiri şu anda İnegöl kültür merkezinde kadın, erkek, genç yaşlı bir arda bulunduğumuz yaklaşık 250-300 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına, hepimize soykırımcı diyor. O Anadolu Türk’ünün idam fermanı denilen Sevr Anlaşması 433 maddedir, ama o antlaşmanın bile hiçbir maddesinde Türk milletine soykırımcı denilmemiştir.
1911 Trablusgarp, onun 200 yıl öncesi 1711 Prut dahil 200 yıl boyunca milletimiz batı ile yapılan hiçbir anlaşmada soykırımcı olarak nitelendirilmemiştir. Türklere soykırımcı diyen bir Ermeni diasporası vardı, bir de bu PKK çıktı şimdi (ikisi birbirinin takipçisi, tescilli Lozan ve Atatürk düşmanı, Sevrci ve Osmanlıcıdır). O da ne zaman? 1950’den sonra batı emperyalizminin güdümüne girip Küçük Amerika olma hayalleriyle üretmeden tüketme aymazlığına kapılan, dış borç taşıma suyuyla değirmen döndürmeye çalışan sağ iktidarların basiretsiz, beceriksiz yönetimlerinden cesaret alınan 1970’lerde, 1980’lerde (Asala terörü) ve özellikle de 2002 sonrası.
Neymiş efendim? Bunlar özgürlük hareketiymiş. “Özgürlük hareketi nicel ve nitel olarak büyüdü, halkımız sehildanlara (isyanlara) kalktı, ‘gerilla savaşı’ Kürdistan ve Türkiye’ye yayıldı…” diyor “barış” bildirisi. Açık açık “devletimize isyan ettik” diyorlar yani. Şimdi anlaşılıyor mu, Diyarbakır meydanında DEM eş başkanının “Kürt halkı Şeyh Sait, Seyit Rıza ne yaptıysa onu yaptı, onu yapacak” derken ne kastettiği? Türkiye Cumhuriyeti’ne isyan edip jandarma katleden, ayrı devlet ilan etmeye kalkışan hainlerin yaptığını yapmışlar, yaptığını yapacaklarmış. Ve hiç sıkılmadan bunu bize “barış ve demokrasi” diye yutturmaya kalkıyorlar…
Bir de sormak lazım tabii, Kürdistan neresi? Neresi Kürdistan sahi arkadaşlar? Ne zaman kuruldu ne zaman tanındı? Yıllardır haklı olarak “Kıbrıs Cumhuriyeti” deneyip Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) diyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, nasıl olur da vatan topraklarının bir kısmının başka bir devlete ait olduğunu söyleyen bir belgeyi muhatap alabilir?
Bu bildiriyi hazırlayanların, ki okyanus ötesinde hazırlandığı bellidir, hiçbir önemi yok, ama bu bildiriyi “Millet kazanacak, memleket kazanacak” diye pazarlayanlara, bu bildiri ile “barış gelecek” diyenlere iki çift sözüm var. BOP haritasında 23 ilimizi de içine alan bölgeye ‘Free Kürdistan’ diyor ABD. Bu bildirinin “Kürdistan” dediği yer burası ise, ne zaman kaybettik biz bu illerimizi? Bu bir emperyal tuzaktır arkadaşlar, ABD merkezli batı emperyalizminin Türkiye’yi bölme projesidir.
Devam ediyor sözde “silah bırakma-örgütü feshetme” bildirisi,
“Söz konusu kararların uygulanması, önder Apo’nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını (yani meclise girerek siyaset yapmasını, bir siyasi partinin başına geçebilmesini) ve bunun sağlam, bütünlüklü bir hukuki güvenceye bağlanmasını gerektirir” miş.
Öyleyse sevgili arkadaşlar, bu bildiriyi yayınlayan PKK ne diyor biliyor musunuz? “Silahlı mücadeleyi Türkiye’de durduruyoruz. Gerilla savaşı kazanılmış, PKK görevini tamamlamış, amacına ulaşmıştır.” Yani “PKK galip gelmiş, Türkiye mağlup olmuştur” demeye getiriyor.
İçine sindirebilene helal olsun!
Arkadaşlar 19 Mayıs’a iki gün var. Bu metni kabul edip “barış geliyor” diyenlere sormak istiyorum: Hiç bu kadar uğraşmasaydık kardeşim. Mustafa Kemal Paşa Samsun’a gideceğine Sabiha Sultan’la evlenip saraya damat gideydi, Harbiye Nazırı olaydı. Zoru neydi ki, dalgalarla boğuşa boğuşa kelle koltukta Samsun’a çıktı? 20 gün sonra yetkilerini kısmak için 9. Ordu Müfettişliğinden3. Ordu Müfettişliğine atanarak görev alanı daraltıldı. Ne oldu da 55 gün sonra 8-9 Temmuz gecesi ordudan ayrılmak zorunda kaldı? Padişah fermanı ile azledilmişti çünkü. Ama yılmadı, korkmadı ve “Bir ferdi mücahit olarak bu mücadeleyi götüreceğim” dedi. Erzurum, Sivas, Ankara, Meclis, arkasından düzenli ordu, İnönü, Sakarya, Dumlupınar, oradan İzmir, niye direndik, niye uğraştık, niye bu kadar insanımızı şehit verdik? Hani savaşın kazananı, barışın kaybedeni yoktu ya… Biz de Vahdettin gibi Sevr anlaşmasını kabullenseydik. 150-200 bin kilometrekarelik sözde vatanda oturuverseydik güzel güzel. Öyle mi? İstanbul’a, İzmir’e, Antalya’ya İnegöl’e, Bursa’ya pasaportla gitmeyi de sindirirdik içimize. TBMM diye bir meclis olur muydu, olmaz mıydı, olursa işe yarar mıydı? Ne önemi var? Bilirsiniz, Bursa işgal edildiğinde meclis kürsüsünün üzerine örtülen Puşide-i Siyah (siyah örtü) ancak 11 Eylül 1922’de Bursa kurtarıldığı zaman kaldırıldı. Sevr’i kabul etseydik Milletvekilleri ağlayarak “Bursa kurtuluncaya kadar bu örtü bu kürsüden kaldırılmayacak” demezler, öyle bir örtü serecek kürsü de olmazdı değil mi?
Padişahımız efendimiz tahtında otururdu, Vahdettin’in, olmadı Abdülhamit’in bilmem kaçıncı göbek torunu padişah olur, biz koyun sürüsüne çobanlık ederdi. Çayır çimen gezer, yatar yuvarlanır, gül gibi geçinir giderdik…Damat Ferit değilse de sadrazam olacak bir damat da bulunurdu nasılsa. Bugünün yöneticileri dahil biz de şanslı isek Dolmabahçe veya Yıldız sarayında bahçıvan ya da bulaşıkçı olurduk.
Niye savaştık arkadaşlar, niye?…
Bakın arkadaşlar, dünyada hiçbir egemen devlet hiçbir terör örgütüyle asla pazarlık yapmamıştır. Ne ETA ne İRA, İspanya ile, İngiltere ile böyle bir anlaşma yapmıştır. İRA da ETA da silahlarını bırakmış, kendilerini feshetmiş, ondan sonra muhatap alınmışlardır.
Bizde ne oluyor?
Adam diyor ki “silahlı mücadeleyi Türkiye’de durdurduk.” Silahı olmayan bir örgüt diyor bunu. Çünkü ne kadar silahı, mühimmatı, teröristi varsa Suriye kuzeyine, PYD/YPG’ye aktardı zaten. ABD’ de bu örgütü eğitti binlerce tır silahla donattı. Güneyimizde 80-90 bin kişilik bir ordu oluşturdu. Kimi kandırıyorsunuz? PKK silah bırakmış da, kendini feshetmiş de… KCK ne olacak, konuşan yok.
Televizyonlarda ekran bülbülleri anlatıyorlar. PKK silahları nasıl bırakacak, kime bırakacak, kim teslim alacak? Say ki, pehlivan tefrikasıdır…
Arkadaşlar bu bildiri Türkiye Cumhuriyeti arşivine girer ve resmî belge olarak kaydolursa, gelecekte başımıza büyük bela olacaktır. Çünkü bu belge bir Kürdistan tanımlıyor. Bu belge şu anda bu salonda karşımda oturan şu genç kızımız ergin yaşa geldiğinde büyük tehlike oluşturacaktır.
Bir şey daha söylemek istiyorum. Yaşananların siyasetle hiçbir ilgisi yok arkadaşlar. Bu durumun, CHP’li, AKP’li yahut MHP’li, DEM’li olmakla, sağcı, solcu olmakla hiçbir ilgisi yok. Bu okuduğunu anlamakla ilgili bir konu. Bu, BOP’un Türkiye ayağını hayata geçirme hamlesidir. BOP haritası uyarınca Türkiye Cumhuriyeti’ni bölme hareketedir. Açın bakın 23 ilimiz ‘Free Kürdistan’ olarak BOP haritasında var. İstenen 23 ilimizi, ki Orta Doğu’nun can suyu Dicle ve Fırat oradadır, Arz-ı Mev’ud (Vadedilmiş Topraklar)adı altında büyük Yahudi devletine, büyük İsrail’e katmaktır. Free Kürdistan dedikleri, Kuzey İsrail’dir, o da aslında ABD’dir. Erzurum dahil, Sivas dahil, Mersin, Adana dahil tam 23 il… BOP haritasını hatırlayın, BOP eş başkanı olanları hatırlayın!
Okuduğunu anlayan, Türkçe bilen herkes bu belgeyi okuduğunda söylediklerimi anlayacaktır. Bu ABD’nin Ortadoğu’yu şekillendirme hareketidir. PKK’nın silah bırakması ile hiçbir alakası da yoktur. “Barış ve demokrasi “ denen ABD barışı, ABD demokrasi isidir. Çok görüldü on yıllardır ABD barış ve demokrasisi. Vietnam’da görüldü, Afganistan’da görüldü, Kuzey Afrika Arap Bahar’ında, Kafkasya’da Turuncu Devrimler ‘de, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de görüldü. Hepsi paramparça, hepsi kan revan içinde. “ABD Barış ve demokrasisi” kandır, göz yaşıdır, kardeş kavgasıdır, bölünmedir. Çok dikkatli olmamız, çok akıllı davranmamız ve mutlaka Mustafa Kemal gibi düşünmemiz gerekiyor.
Neyse ki, dün sayın Erdoğan bir açıklama yaptı. Herhalde PKK bildirisini okuma fırsatı buldu. Diyor ki sayın Erdoğan; “Üniter yapımız, devletimizin bütünlüğü, ulusal birliğimiz, bayrağımız ve resmi dilimiz asla tartışma konusu değildir.” Tamam o halde, sorun yok.
Üniter yapımız, vatanımızın bölünmezliği, bayrağımız, ulusal birliğimiz ve resmi dilimiz tartışma konusu değilse, bu bildiri yok hükmündedir ve iki gün önce AKP sözcüsü Ömer Çelik “yeni bir dönem başlıyor, milletimiz, memleketimiz kazanacak, kutlu olsun” derken yanlış bir değerlendirme yapmış demektir. Erdoğan’ın ve Çelik’in söyledikleri bir arada doğru olamaz çünkü.
Burada ADD Genel Başkanı olarak bir şey daha söylememe izin verin lütfen. Bu ülkede son Kemalist son nefesini vermeden BOP projesi adı verilen bu emperyal tuzak hedefine ulaşamayacaktır. Kadınlarımızla, erkeklerimizle, ant olsun 8 yaşında çocuklarımızla yedi düvelle yeniden savaşırız ama ülkemizi asla böldürmeyiz.
Şu anda neredeyiz?
Şu anda İnegöl’deyiz.
Neresi burası?
Bursa. Bursa Osmanlının ilk başkenti, değil mi? İnegöl, Kestel, Domaniç, Söğüt Osmanlı’nın doğduğu coğrafya. Hani günümüz yeni Osmanlıcıları ecdat diye öykünüp duruyorlar ya, biraz anlatalım… Osmanlı bu topraklarda 1299’da doğdu. Orhan Bey Bursa’yı 1326’da fethetti ve başkent yaptı. 1360 ‘da Rumeli’ye geçti Osmanlı. 1363’de Sırplarla Savaştı Sırpsındığı’nda. 1448’e kadar 5 savaş galibiyeti ile büyüdü, Avrupa’da yer edindi, devletleşti. 1453’de Fatih İstanbul’u alınca süper güç, dünya devleti oldu. İpek Yolu ve Baharat Yolunun denetimini eline geçirdi, dünya değişti. Bakın bakalım I. Murat’a, II. Murat’a bir bakın. Gidin Topkapı müzesinde hepsi var, kaç kitap okumuşlar, kaç lisan konuşuyorlar, öğretmenleri kimler, divanda kimlerle danışıyor, devleti nasıl yönetiyorlar? İstanbul surlarının kalınlığının kaç metre olduğunun hesabını yapmış 7 dil bilen Fatih Sultan Mehmet. Bakmış bu surları geçecek topu dökecek ustası yok, Macar usta Urban’ı getirtmiş. Yani akılla bilimle yönetmiş devleti.
Yavuz Sultan Selim Şah İsmail korkusuyla devleti sunileştirmiş, Kanuni Sultan Süleyman Hürrem aşkıyla en aklı başında, en iyi eğitim almış şehzadesini, Mustafa’yı boğdurmuş, taht Sarhoş Selime kalmış. O günden itibaren Osmanlı akıl ve bilimden kopmuş. Az önce söylediğimiz savaşlar ve İstanbul’un Fethi ile büyük devlet, dünya devleti olmuş, ama 100 yılda kazandığı Rumeli topraklarını 15 günde kaybetmiş. Ne zaman biliyor musunuz? 1912 Balkan Savaşında.
Sevgili kardeşlerim 400 yıl hükmettiği Karadeniz’in kuzeyindeki Tuna Nehri boyunca uzanan bütün toprakları 93 harbinde kaybetti Osmanlı.
İngiltere Kraliçesinin armağan ettiği otomobil, “bu şeytan icadıdır, zinhar haramdır” denilip Sarayburnu’ndan denize atıldı. Savaş kazanmak için Avusturya imparatorundan müneccim göndermesini rica eden padişah gördü bu memleket. Bunların hepsi yaşandı arkadaşlar. Ancak 19. yüzyılda uyandık, ama çok geçti artık. Batı ışık hızıyla gelişiyordu. James Watt buhar gücünü bulmuş, buharlı gemiler, elektrik üretilmiş, tarım makineleşmiş, tekstil üretimi patlamış, madencilik çağ atlamış, eğitim iyice bilimselleşmiş, ilaçlar, aşılar bulunmuştu. Galileo Galilei uzayı gözlemleyip “dünya dönüyor” derken 3. Murat 1580’de “göğün sır perdesini yırtıp meleklerin bacaklarına bakıyorlar” diyen şeyhülislamına uyup Takiyüddin Rasathanesi’ni donanmanın top ateşiyle yıktırıyordu. 300 yıl sonraki padişah 2. Abdülhamit ise darbe yapar korkusuyla donanmayı 33 yıl Haliç’te çürüttü. Bakın bakalım Çanakkale Deniz Savaşı’na. “Yenilmez Armada” diye anılan dünyanın en güçlü donanmasıyla savaşacak tek gemisi var mı Osmanlı’nın? Bir tane mayın gemisi var, Nusrat. Hepsi o. Peki öyleyse nedir 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi? Komutanların kurmay zekâsı ve Boğaz topçusunun olağanüstü başarısıdır. Sonrası da Kara Savaşları ve Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal’dir.
Akıldan ve bilimden kopup eğitimi tarikatlara, hurafeye, batıl inançlara, dogmalara terk ederseniz, pırıl pırıl çocuklarınızı akıl ve bilimle eğitip dünya çocuklarıyla yarışabilecek bilimsel bilgiyle donatmaktan vazgeçerseniz nal toplarsınız, günün birinde de gelir elin teröristi devlet dersi verir. Öyle denilmiştir, “hırsıza hırsız olduğunu unutturursanız size ahlak dersi verir.”
Onun için sevgili İnegöllüler lafı fazla uzatmak istemiyorum.
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun.
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı nedir? Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışı, ulusal bağımsızlık savaşının ilk adımıdır.
23 Nisan 1920 Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramıdır. Büyük Millet Meclisinin açılışıdır, ki o büyük millet meclisine Gazi Meclis diyoruz. Millî Mücadeleyi yürüten meclistir o meclis.
30 Ağustos 1922 Zafer Bayramıdır. Dumlupınar Meydan Muharebesini kazanıyoruz. 3 yıl 3 ay 22 gün süren savaş bitiyor. Türk ordusu, Yunan ordusunu önüne katıyor 9 günde İzmir’de denize döküyor. Birinci dünya savaşı fiilen o gün bitiyor.
Bir de 29 Ekim 1923 Cumhuriyet Bayramımız var.
10 Kasım 1938 de kurtarıcı ve kurucu liderimiz büyük Atatürk’ün ebediyete intikali.
Yahu 365 günde sadece 5 kez Anıtkabir’de yahut şehirlerdeki, ilçelerdeki Atatürk Anıtlarının önünde saygı duruşunda bulunmaktan kaçınmanın gerekçesi ne olabilir? Atatürk 1938’de fani ömrünü tamamlamış arkadaşlar. 87 yıl sonra gidip Atatürk’ün önünde dikilmemize ihtiyacı yok. Atatürk’ün kabrinde veya İnegöl’deki anıtı önünde, bu toprakları vatan yapan on binlerce kadın, erkek ve çocuk şehidimize ve tabii o savaşın başkomutanı kurtarıcı, kurucu liderimiz Atatürk’e saygımızı, minnetimizi şükranımızı sunmak için bulunuyoruz. Şehitlerimize, gazilerimize saygı için bu toprakları vatan yapanlara saygı duyduğumuz için bulunuyoruz. Bakacağız bakalım 19 Mayıs 2025’de kimler gidecek Anıtkabir’e.
Vatan arkadaşlar, milletin üzerinde yaşadığı toprak parçasıdır. Vatansız millet, göçebedir, diasporadır. Sonra dil birliği gelir millet olmak için. Kuzeyi, güneyi, doğusu, batısı ile kim ne konuşuyor birbirini anlaması için. Bir de tarih bilincidir millet olmanın koşulu. Dördüncü unsur da gelecek için ortak hedeflerde buluşmaktır.
Bizim halkımız millet olmuştur. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” Nokta!
Bu bildiri ülkemizi ve milletimizi bölmek isteyen BOP’a hizmet ediyor. Bu bildiri muhatap alınamaz. Allah aşkına biriniz çıksın ve desin ki, “alışveriş ettiğim bakkalın, yatılı okulda yan ranzada yatan arkadaşımın hangi etnik kökenden olduğunu; Kürt mü, Türk mü, Laz mı, Çerkez mi ya da inancı Alevi mi, Suni mi, Ateist mi, merak ettim?” bir kişi çıkıp söylesin.
Böyle bir ahlakımız, böyle bir kültürümüz var mı arkadaşlar? Bu millet, bu coğrafyanın insanı, bu topraklarda beraber yaşadıklarına çok çok iyi insan mı, kötü insan mı diye bakar. Sen ne yapıyorsun peki?
2 yaşındaki Sıla bebeğe tecavüz edenleri, 8 yaşındaki Narin’i katledenleri, kadın cinayetlerini, çocuk tecavüzlerini umursamıyor, “bir kereden bir şey olmaz” diyor, ama sokak röportajı yapanları, tweet atanları tutukluyorsun. Böyle adalet olur mu?
Bakın Fatih Sultan Mehmet ne diyor:
“Aklı öldürürsen, ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde, millet bölünür. Kadıyı satın aldığın gün, adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün, devlet de ölür.”
Bu öğüdü hiç kimsenin unutmaması gerekiyor. Hani çok öykünüyorlar ya bu arkadaşlar Fatih Sultan Mehmet’e. Zaten Osmanlı dedikleri bir Fatih Sultan Mehmet, bir de Abdülhamit, o kadar. Yani kimse Deli İbrahim’e ecdadım demiyor. III. Murat öldüğü gün 52 cenaze çıktı Topkapı Sarayı’ndan. O’na da ecdadım diyen yok. Sûz-i Dilârâ makamını yaratan III. Selim’e de öyle… Bunların Osmanlı’sı Fatih’le başlıyor, Abdulhamit ile bitiyor.
Bu ülkeyi böldürmeyeceğiz arkadaşlar. Görevimiz budur. 4 yıldır Anadolu’yu karış karış dolaşıyoruz. Geçtiğimiz hafta Giresun’da idik. 3 gündür Bursa’dayız. İlk gün ‘Bursa Saatti’ medya ziyaretimiz ve röportajımız oldu. Devamında Bursa Akademik Dernekler Yerleşkesinde Basın toplantımızı yaptık. Ardından Line TV’nin yayın konuğu olduk ve son alarak Harmancık Belediye Başkanını ziyaret ettik. O gece Harmancık’ta konakladık. İkinci gün çalışmalarımız devam etti. Osmangazi, Gemlik, Mudanya, Nilüfer Belediye Başkanları ziyaretleri ve Mudanya yeni ADD şubesinin açılısını yaptık. Bugün Bursa Şubemizin yeni yerinin açılışını gerçekleştirdik ve şimdi buradayız.
Tek amacımız var, Türkiye Cumhuriyeti devletinin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olarak ilelebet payidar kalmasını sağlamak. Bu bize Ata vasiyetidir.
19 Mayıs Gençlik ve bayramınızı tekrar kutluyor hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.